Darbeler, Bağlantıları, Alınacak Dersler Dış Temsilciliklerin Durumu

Halil MERT

Darbe, silahlı şiddet dâhil zorlamayla düzene müdahale etme. 

Muhtıra, mevcut yönetimi uyarma, zorlama, kararlarına müdahale etme.

Tarihimizin bilinen ilk darbesi belkide tek müspet darbesi Mete Han’ın babasına yaptığı darbedir. Yeni Hakan’ın anası da Türk olması gerekir ancak Tomun (Teoman) Han Çin’li karısından doğan oğlunu Han yapmak istemektedir.

Nihâyetinde Beyler ve Ordu da buna karşı olduğu için Mete Han başarılı bir darbeyle devlet yönetimini ele geçirir, babasını öldürtür.

Eski Türk Tarihi’nde darbeler yok gibi. Nedeni de Hân’ı da, kurultayı (meclis) da, halkı da bağlayan Azîz Milletimizin bağrından çıkan töre. Törenin uygulanması ve cezâi müeyyideleri sert olduğu için düzen korunmuştur.

Asıl bizi ilgilendiren yakın dönem. Son 300 yıl da diyebiliriz.

Bu dönemdeki darbelerin özellikleri nedir?

Kesinlikle darbelerin dış bağlantıları var. Dış destek var, yönlendirme var. En kötüsü de dış güçlerin yönetmesi var.

Darbelerde birinci aktör Ordu gibi görünmekle beraber darbelerin Lider Kadrolarında esasında siyasiler de var, sivil yapılar da var, din adamları da var.

15 Temmuz İhâneti’ne kadar darbelerde halkın belirleyici bir duruşu maâlesef olmamış.

Geçmişi özetlemek istiyorum.

Genç Osman Vakası (20 Mayıs 1622): Yeniçerilere düzen vermek isteyen Genç Osman, 1622 yılında ayaklanan yeniçeriler tarafından Yedikule Zindanı’nda öldürülür. Osmanlı Tarihinde ordunun gerçekleştirdiği ilk şiddet yoluyla iktidar değişikliği (darbe) olarak değerlendirilir. Yeniçerilerin yaptığı bu darbenin içinde devrin vezirlerinden de bazı kişiler vardır.

Patrona Halil Ayaklanması (28 Eylül 1730): Bu isyanın arkasında artan vergiler, kaybedilen savaşlar vardır. III. Ahmet döneminin sadrazamı Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’nın lüks ve isrâfı ile bilinen Lale Devri’nin sonunu getiren isyan, bir anlamda halkın kendi yoksulluğu karşısında sarayın lüks ve israfına bir tepkiydi. 

Yeniçeri Ocağında ıslâhat yapılacağı söylentileri ile yeniçerilerin tepkisi isyana döner. İsyanın başını çeken eski yeniçeri Patrona Halil, halkı ve esnafı tahrik ederek ayaklandırıp yeniçerileri de kendilerine katar.

İsyanın sonunda III. Ahmet isyanı sona erdirmek için kardeşi Mustafa’nın oğlu Şehzade Mahmud’a saltanatı bırakır.

Kabakçı Mustafa İsyanı (25 Mayıs 1807): İsyan ordudaki yenileşme (Nizam-ı Cedid) çabalarına bir tepki olarak görülebilir. Yeniçeri yamaklarının Kabakçı Mustafa öncülüğünde önde yer aldığı isyanda arka planda ise Şeyhülislam Ataullah Efendi yer alır.

20 bine yakın Nizam-ı Cedid askeri karşısında birkaç yüz yamakla (buna Harp Okulu öğrencisi diyebilirsiniz)  başlayan isyan III. Selim’in kifayetsizliği ve acizliği yüzünden başarılı olur ve 29 Mayıs 1807’de IV. Mustafa tahta geçirilir. 

Bu isyanda isyancılara karşı padişahın aczine dikkat çekiyoruz. Demek ki darbecilere karşı mevcut idârecilerin durumları ve kararlılıkları çok önemli.

Kuleli Vakası (14 Eylül 1859): Süleymaniyeli Şeyh Ahmed kendisine bağlılık yemini eden asker ve bürokratlarla Fedâiler Cemiyeti adlı gizli bir örgüt kurar. Bu cemiyet (örgüt), Abdülmecid'i devirip Abdülaziz'i tahta geçirmek için plan yapar ancak toplantı halinde iken bir hükümet baskınıyla yakalanırlar. İktidarı kurdukları gizli bir örgütle (cunta!) değiştirmek isteyenlerin başarısızlığını anlattığından ilk başarısız darbe girişimi olarak da anılabilir.

Dikkat edin darbe cuntasının başında bir din adamı var. O’na bağlılık yemini eden asker ve bürokrat kişiler var. Tıpkı FETÖ gibi.

Abdülaziz'in Tahttan İndirilmesi (30 Mayıs 1876): Sultan Abdülaziz’in tahttan indirilmesinin arkasında dönemin Sadrazamı (Başbakanı), Şeyhülislamı, Seraskeri (Genelkurmay Başkanı) ve Adalet Bakanının İttifakı vardır. Dolmabahçe Sarayı’nın karadan ve denizden kuşatılması sonrasında Abdülaziz tahttan indirilerek yerine V. Murat Osmanlı Devleti tahtına çıkarılır. Sultan Abdülaziz de katledilir. Bu darbenin arkasında İngiltere vardır.

Darbede sözde Hürriyet Kahramanı Mithat Paşa var, “Şerrullah”, “Müfsit İmam” gibi ifadelerle anılan Şeyhülislam Hayrullah Efendi ekibin başını çekiyor. Darbede Türkçe bilmeyen bir gurup Arap Asker “Halifeyi kurtarma” bahanesi ile kullanılıyor.

Ali Suavi Olayı-Çırağan Baskını (20 Mayıs 1878): Ali Suavi, fazlasıyla ihtiraslı bir kişilik olması sebebiyle Sultan Abdülhamid'e karşı kin tutuyordu. O dönem yazdığı Basiret gazetesinde darbe yapacağını alenî bir şekilde ilan ediyordu.

93 Harbi sonrası yerlerinden yurtlarından edilen ve İstanbul'da sefalet içinde bir hayat süren Balkan göçmenleri arasına girip onları birtakım manipülasyonlarla örgütleyen Ali Suavi, bu insanlarla Çırağan Sarayı'na baskın yaptı. Sarayın içine kadar girmeyi başaran darbeciler, Beşiktaş Karakol Komutanı Hasan Paşa'nın, Ali Suavi'nin kafasına vurarak öldürmesi sonucu dağıldılar. Bu olaydan sonra Ali Suavi'nin İngiliz eşi apar topar İstanbul'u terk etti. Evlerinde yapılan araştırmalar sonucu birçok yanmış evrakın bulunduğu, İngiliz eşin aslında İngiliz istihbaratına çalışan bir ajan olduğu devrin kaynaklarında geçmektedir.

31 Mart Vakası (27 Nisan 1909): 1908 yılında ilan edilen II. Meşrutiyet'ten sonraki atmosfer toplumun bazı kesimlerinde birtakım rahatsızlıklar yaratmaya başlamıştı. Volkan gazetesi etrafında kümelenen bir grubun ve özellikle bu gazetede kaleme aldığı ateşli yazılarıyla adından söz ettiren Derviş Vahdetî'nin "Din elden gidiyor" minvalinde yazdığı propagandist yazıları zaten kaynamakta olan kazanın ateşini iyice harladı ve tarihe 31 Mart Vakası olarak geçen bir ayaklanma İstanbul sokaklarında başladı.

Ayaklanmanın ortaya çıkmasından sonra Meşrutiyet'e ve onun getirdiği değerlere sahip çıkma iddiasıyla Mahmut Şevket Paşa komutasındaki Hareket Ordusu Selanik'ten İstanbul'a gelerek ayaklanmayı kanlı şekilde bastırdı. Hareket Ordusu Kurmay Başkanı da Kolağası M. Kemâl’dir.

Ayaklanmayı Sultan Abdülhamid'in kışkırttığı iddiasında bulunan Hareket Ordusu kurmayları, kardeşkanı dökülmemesi adına Hareket Ordusu'na karşı bir direnç gösterilmemesi emrini veren sultana bağlı subayların ikamet ettiği Taksim Topçu Kışlası'nı topa tuttuktan sonra hâl fetvâsını kendisine sunmak üzere bir heyet gönderdiler. Ve 33 yıl süren Sultan Abdülhamid dönemi bu darbe ile son buldu.

Yine bu sırada tarihlere meşhur 'Yıldız Yağması' olarak da geçen olay vukû buldu ki sultanla ailesinin şahsi eşyaları, Saray Kütüphanesi ve daha birçok şey birkaç yıl sonra Balkanları kana bulayacak olan Bulgar çetecilere yağmalattırıldı. Darbeden sonra İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin iktidarına giden yollar büyük oranda açılmış ve dört yıl sonra imparatorluğun bütün kontrolü yine bir darbe sonucu tamamen cemiyetin eline geçmiştir. Bu olay Türk Tarihi’nin en kanlı olaylarından biridir, isyana destek veren medrese öğrencilerinin çoğu öldürülür.

Burada, İtthâtçılara müdâhale şartları oluşturan, Derviş Vahdetî'nin "Din elden gidiyor!" şeklinde isyana zemin hazırlayan çalışmalarına da dikkat çekiyorum. 28 Şubat Süreci’nde kullanılan sözde İslâmcı, şeriatçı guruplarla benzer özellikler göstermiyor mu? 31 Mart, Abdulhamid Hân’ın azline, 28 Şubat, Erbakan Hükümeti’nin düşmesine neden oldu.

 Halaskâr Zabitan Bildirisi (16 Temmuz 1912): 1912 Sopalı seçimleri İttihat ve Terakki Cemiyeti'ne (İTC’ye) muhâlefetsiz bir meclis sununca meclis dışı muhalefet olarak askerler devreye girmiştir. İTC’ye karşı olan askerler İstanbul‘da “Halaskâr Zabitan” (Kurtarıcı Subaylar) adı altında örgütlenmeye başladılar. İTC’nin rakibi Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nı destekleyen bu subaylar bir muhtıra yayımlayarak ülkenin çökme tehlikesiyle karşı karşıya kaldığını belirttiler. 16 Temmuz’daki muhtıra ile İttihat ve Terakki yanlısı hükümeti (Mehmet Said paşa hükümeti) istifaya zorladılar. Asıl amaçları askerin siyasete karışmasını engellemekti ancak tersi oldu.

Meşrutiyet beklenen Kardeşlik İdeali’ni hayata geçirmediği gibi azınlıkların zaten bilenmiş Etnik Milliyetçi Kimliklerinin giderek daha da keskinleşmesine neden olmuştur. Bu da İTC’yi muhalefete ve etnik milliyetçi taleplere karşı da daha sert bir milliyetçi politikaya itmiştir. 

Günümüzün Çözüm Süreci vb. hâl tarzları ne kadar benzerlikler gösteriyor. Ancak biz geçmişten objektif dersler çıkartmadığımız, o günleri de sanki bir parçası imişiz gibi kaba ve tarafgir değerlendirdiğimiz için “Tarih ibret alınmadığı için tekerrür ediyor.”

Bâb-ı Âlî Baskını (23 Ocak 1913): Balkan Savaşı ile Avrupa’daki Türkeli’nin kaybedilip Edirne’nin kaybedilme aşamasına gelinmesi büyük bir tartışma yaratır. İTC üyeleri mevcut hükümetin politikalarının yetersizliğinden rahatsızlığını dile getirerek Sadrazam Kamil Paşa hükümetini sorumlu tutarlar. İTC üyeleri Bâb-ı Âlî’yi (hükümet binası) basıp Harbiye Nazırı (Milli Savunma Bakanı) Nazım Paşa’yı öldürürler. Enver Bey,  Sadrazam Kıbrıslı Mehmet Kamil Paşa‘nın kafasına tabanca dayayıp, istifa mektubu yazdırır. Bu baskın ile başta Harbiye Nazırı Nazım Paşa olmak üzere on bir kişi öldürülür.

Cumhuriyet Dönemi Darbeler

Bu dönem bizim asıl dikkatle değerlendirmemiz gereken dönemdir. Batı’nın NATO ve Gladyo’nun ABD ve İngiliz İstihbarat Servisleri’nin doğrudan içinde olduğu darbelerdir. Yine Darbeciler silsile olarak bir sonraki darbeyi ve şartlarını âdetâ kendileri hazırlamışlardır.

27 Mayıs 1960 Darbesi:

27 Mayıs darbesi aslında bağıra bağıra gelen bir darbedir ancak daha önce şahit olunmayan örneği bulunmayan cumhuriyet siyasetçileri için özellikle de Menderes için tüm uyarılara rağmen öngörülemeyen bir durumdur. 

1960 Darbesini hazırlayan etmenlerden biri de, 27 Nisan 1960 tarihinde, yayın yasağı ve siyasi faaliyetleri takip ve onlarla ilgili karar alma gücüne sahip olan Tahkîkat Komisyonunun (TK) kurulmasıdır.

CHP’ye göre, bu komisyon aracılığıyla Demokrat Parti (DP)’nin hedeflerinden biri de CHP’yi kapatmaktır. 

TK tarafından hazırlanan ve Başbakana 25 Mayıs’ta teslim edilen “Raporun ana tezi, CHP’nin kaos yaratarak iktidara gelmeyi amaçladığıdır. Türk Milletine önereceği hiçbir şey kalmadığı için adım adım kanun dışı yolları zorlamak ve gayri meşru zeminlere kaymak CHP’nin iktidara gelmek için kullanabileceği tek yoldur ve bu nedenle 1957 seçimlerinden sonra ayaklanma ve isyan stratejisini uygulamaya koymuştur.” 

İsmet İnönü’nün 18 Nisan 1960 tarihinde mecliste yaptığı konuşma ihtilal teşvikçiliği olarak yorumlanacaktır. İnönü, “Eğer insan hakları yürütülmez, vatandaş hakları zorlanırsa, baskı rejimi kurulursa ihtilal behemehâl olur… Bu yolda devam ederseniz ben de sizi kurtaramam.” diyor. 

18 Nisan’daki konuşmadan 10 gün sonra 28 Nisan’da İstanbul Üniversitesi’nde meydana gelen öğrenci olayları darbeye yeşil ışık yakan zinde kuvvetleri ayartan bir başka gelişmedir. Ali Fuat Başgil 27 Mayıs Darbesini anlattığı kitabında darbenin, Üniversite Öğretim Üyelerinin kışkırttığı öğrencilerin ayaklanması ile başladığını belirtir.

CHP’nin desteği ile gerçekleşen kitlesel gösterilerin etkisi darbeye giden süreçte ayrı bir öneme sahiptir. Gezi Olayları’nı düşünün..

Subayların hayat standardının düşüklüğü de onları darbeye iten ayrı bir sebep olarak gösterilir.

DP’nin ve Menderes’in, darbeye giden yolu açan ve darbenin başarılı olmasının arkasında yatan, halk desteğini kaybetmesinin arkasında “Milliyetçiler Derneği’ni ve ise, Millet Partisi’nin kapatılması da sebep olarak gösterilir.

1950 yılından itibaren on yıllık bir süreyle iktidarı elinde bulunduran Demokrat Parti’nin askeri bir darbeye maruz kalmasının sebepleri olarak şunlar ileri sürülür:

Atatürk devrimlerine karşı bir karşı devrim niteliğinde uygulamaları gündeme getirmesi, örneğin daha iktidara geldiği ilk yıllarda ezanın Arapça aslına döndürülmesiyle başlayan süreç ayrıca radyoda Kur’an okunmaya başlanması.

Vatan Cephesi’nin oluşturulması, Vatan Cephesine katılanların listesinin her gün düzenli olarak devlet radyosundan ilan edilmesi.

Askerlerin ekonomik durumlarında meydana gelen kötüleşme: Ordu mensuplarının ücretlerinin düşmesi büyük bir hoşnutsuzluk yaratmıştı. Apartmanların bodrum katları subay katları olarak anılıyordu.

İlk darbeci gruplaşmalar: Ordu içindeki darbe hazırlıkları 1950’lerin ortasından itibaren yeşermeye başlamıştır. İlk cunta, faaliyetleri hükümetin bu konudaki duyarsızlığı nedeniyle zamanla genişler. İlk cuntalardan biri Atatürkçüler Derneği’dir. Atatürkçüler Derneği 1955’de Binbaşı Faruk Güventürk ve Yüzbaşı Dündar Seyhan tarafından İstanbul Harp Akademisi’nde kurulur. Dernek üyelerinin birçoğu 1960 Darbesine katılmıştır. Grubun darbeci girişimleri 1957’den sonra yoğunlaşır. Ancak üye Binbaşı Samet Kuşçu grubu ihbar edince, 26 Aralık 1957’de 9 subay tutuklanır, 26 Mayıs 1958’de serbest kalırlar ancak ihbarcı binbaşı iftira suçundan iki yıl hapis cezası alır.

TSK’deki ilk darbeci örgütlenme 1954’de İstanbul’da topçu yüzbaşılar Seyhan Dündar ve Orhan Kabibay tarafından başlatılır. Sonra diğerleri onlara katılır. Aynı dönemde ikinci grup Ankara’da Kurmay Albay Talat Aydemir başkanlığında toplanır. 1957 yılında iki komite birleşir. Darbe için 1958 Şubat ayı öngörülür ancak Kurmay Binbaşı Samet Kuşçu’nun itirafı üzerine darbe ertelenir.

27 Mayıs Darbesi, emir komuta zinciri içinde yapılmadı yani darbeyi yapan 38 kişilik ekip, siyasilerden önce Genelkurmay Başkanı Rüştü Erdelhun ve Hava Kuvvetleri Komutanı Tekin Arıburun’u tutukladı.

1960 darbesini gerçekleştiren subayların demokrasi, ülke yönetimi gibi konularda mutabık olduğunu söylemek mümkün değildir. Onları bir araya getiren en önemli etken DP’nin devrim karşıtı icraatları ve demokrasinin işleyişindeki aksaklıklardı. 

CHP’nin izlediği sert muhalefet DP’yi daha da sertleştiren siyasete ittikçe darbe için uygun zemin üretilmiş oluyordu. 

DP Muhalefeti olma dışında ortak noktalı olmayan darbecilerin darbe sonrası aralarında uzlaşamamaları sonrası darbeci grubun içinde meydana gelen ilk çatlak 14’ler olayıyla ortaya çıkmıştır. Şu anda da benzer bir durum söz konusudur AKPARTİ ve R. T. ERDOĞAN Karşıtlığı ile bir araya gelen guruplar şaşırtıcıdır. 15 Temmuz Darbe Girişimi’nde FETÖ’cüler bunu çok iyi kullandılar.

Ordunun Demokrat Parti politikalarından duyduğu rahatsızlık, o dönem muhalif basının iktidara karşı pek de aslı olmayan yayınları ve belki de en önemlisi Menderes'in AĞIR SANAYİ HAMLESİ yapmak adına ABD ziyaretinden eli boş dönmesinden sonra dönemin SSCB Lideri Kruşçev ile görüşmeye karar vermesi darbeye giden yolda taşları döşemişti. Buradan itibaren NATO, Gladyo gibi güçler ABD ve CIA ile koordineli olarak ülkemizdeki darbe sürecini hızlandırmışlardır.

Bu arada Merhum A. Türkeş bizzat Başbakan’ı darbe konusunda uyarmış, ancak Genel Kurmay Başkanı’nın hükümete bağlılığına güvenen Savunma Bakanı ihtilâl olmayacağına dair Başbakan’ı yanıltmıştır.

1960 Darbesi sonrası, karşı darbeler olmuştur. Ancak bunlar darbecilerin iç çekişme ve kavgaların sonucudur. Yoksa DP lehine değildir.

12 Mart 1971 Muhtırası: 

Bu darbenin meşruiyet zeminini sağlayan meydana gelen özellikle sol gençlik gruplarının meydana getirdiği terör olaylarıdır. 12 Mart Muhtırasını darbeyi önleyen bir muhtıra olarak görmek gerekir zira 9 Mart 1971'deki darbe girişimi ancak komuta kademesinin karşı muhtırasıyla durdurulabilmiştir. Bu dönemde orduda radikal genç subayları temsil eden Muhsin Batur-Faruk Gürler cuntası konuşulmaktadır.

Gençlik örgütleri de bu cuntayla ilişkilenmiş ve Doğan Avcıoğlu'nun fikirlerinden etkilenen bir grup 9 Mart 1971'de "Sol Kemalist" darbe hazırlığına girişmiştir.  Genelkurmay Başkanı Memduh Tağmaç, MİT'in ihbarıyla darbe hazırlığını önler ve 12 Mart'ta hükümete muhtıra verir.

On yıl önce gerçekleşen 27 Mayıs darbesi üç sağ siyasetçinin idamıyla sonuçlanmıştı, 12 Mart'ı izleyen günlerde darağacında bu kez üç solcu genç vardı: Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan, Yusuf Aslan. Bir sağdan ve bir soldan idamlar 12 Eylül 1980’de zaman aşımı olmaksızın gerçekleşecekti.

1971 Muhtırası, Cumhuriyet tarihinde emir-komuta kademesinde gerçekleştirilen ilk darbe girişimi olarak kayıtlara geçti.

12 Eylül 1980 Darbesi:

70'li yıllardan beri tırmanan Sağ Sol Kutuplaşması ve anarşi ortamı, 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı'ndan beri süregelen iç ve dış sorunlar, ekonomik krizler ve bütün bu kaotik ortama karşı dönemin hükümetinin yeterli iradeyi gösteremeyen tavrı yönetime el koymak için deyim yerindeyse “pusuda bekleyen” güçleri harekete geçirdi. 

Tarihler 12 Eylül 1980'i gösterdiğinde, Genelkurmay Başkanı Kenan Evren önderliğinde emir komuta kademesinde gerçekleştirilen bu darbe, Türk Siyasi Tarihi’nde toplumun belki de hemen her kesimine yapılan bir tırpanlama hareketi olarak kayıtlara geçti.

Darbenin lideri Kenan Evren'in “Darbeyi yapmak için şartların olgunlaşmasını bekledik.”, “Adaleti tesis etmek için bir sağdan soldan astık.” şeklinde akla ziyan açıklamalarına şahit olduğumuz, birçok insanın vatandaşlıktan çıkarıldığı, fişlendiği, kamudan ihraç edildiği, insanların türlü işkencelere maruz kaldığı, demokrasinin ağır yara aldığı bir dönem olarak belleklerimize kazındı. Kendilerini Milli Güvenlik Konseyi olarak adlandıran darbeciler hukukçuların da içinde bulunduğu bir Danışma Meclisi'yle Kurucu Meclis sıfatını kullanarak hâlâ yürürlükte olan 1982 Anayasası'nı hazırladılar.

12 Eylül Darbesi sırasında dönemin CIA Türkiye Masası İstasyon Şefi Paul Henze askerî müdahaleyi haber alırken, haberi ulaştıran diplomatın “(Y)our boys have done it!” (seninkiler yaptı/bizim çocuklar işi bitirdi.) şeklindeki konuşması, Henze'den sonra “Ankara'daki çocuklar başardı.” şeklindeki mesajın Başkan Jimmy Carter'a iletilmesi 12 Eylül Darbesi içinde ABD'nin rolünü ortaya koymuştur.

12 Eylül’e giden süreçte tıpkı Menderes gibi devrin Başbakanı Demirel Rusya ile yakınlaşarak yerli üretim ile ilgili gayretlerin içine girmiştir. 

12 Eylül Öncesi ülkede sıkıyönetim aracılığı ile Askerî rejim olmasına rağmen durmayan çatışma ve olaylar, 12 Eylül günü bıçak gibi kesilmiştir. 

28 Şubat 1997 (Postmodern darbe):

1994'teki yerel seçimlerin galibi Refah Partisi, 1996'da da DYP ile koalisyonun ortağı olarak Refah-Yol hükümetini kurdu. Milli Nizam Partisi ile başlayan Milli Görüş geleneği dini referansları güçlü bir parti olarak ordunun “irtica” refleksi vermesine neden oldu. 

Genelkurmay'da Batı Çalışma Grubu (BÇG) kurularak dini oluşumlar takip ve kontrol altına alınarak yıldırılmak istendi. Ankara-Sincan’daki Kudüs temalı “Derviş Vahdetî örneği” bir tiyatro oyunu gerekçe gösterilerek 1997 Şubat'ında Sincan'da tanklar yürütüldü, 28 Şubat'ta ise askerler 9 saatlik MGK'da hükümete 18 maddelik muhtıra verdi. 

Muhtıra sonrası hükümet değişti, Refah Partisi kapatıldı, insan haklarına aykırı birçok uygulama evrensel ve özgür düşüncenin merkezi olan üniversiteler olmak üzere kamu kurumları ve kamusal alanda yaşandı.

28 Şubat Süreci’nde sözde dinî çevrelerde öyle şeyler çıkartıldı ki, her hafta düzenlenen hilâfet gösterilerinden, Fadime Şahin diye bir fahişenin, Aczmendi Şeyhi ile basılmasından, A. Kalkancı adlı bir uyuşturucu üreticisinin şeyh yapılmasına, Muz Tarikatlarına, FETÖ’nün “Beceremiyorsunuz, Gidin!” manşetlerine değin her şey çok güzel organize edilmişti. Bu manipülasyonlar unutulmamalı. Merhum Abdulhamid Hân’a Derviş Vahdetî eliyle kurulan “Din elden gidiyor!” tezgâhı ile bu süreç birbirine çok benzemektedir.  

28 Şubat 1997 yılında gerçekleştirilen olağanüstü MGK toplantısında Başbakan Erbakan'a baskı kurularak imzalatılan bildiri ile Türkiye 28 Şubat Sürecine girmiş oldu. Tarihe post modern darbe olarak geçen 28 Şubat sonuçları itibariyle toplumda onulması zor yaralar açtı.

Başörtülü öğrencilere ve İmam Hatip Liseleri'ne getirilen kısıtlamalar, katsayı meselesi, kamuda başlatılan irtica avı ile görevlerinden uzaklaştırılan memurlar, ikna odaları, fişlemeler ve sonrasında hortumlanan bankalarla ülkenin ekonomisine de indirilen bir darbe oldu 28 Şubat. 

Dönemin Genelkurmay İkinci Başkanı Çevik Bir'in “Demokrasiye balans ayarı verdik!” ve Hüseyin Kıvrıkoğlu'nun “28 Şubat 1000 yıl sürecek.” sözleriyle tarihe geçen bu süreç de tıpkı diğer darbelerde olduğu gibi Türkiye'nin demokrasi tarihine kara bir leke olarak geçti.

28 Şubat Süreci’nin en önemlisi toplumsal dinamiği halkta ciddi bir uyanışa vesile olmuş, darbeci zihniyet ve yaptıkları âdetâ lânetlenmiştir.

27 Nisan E-Muhtırası (27 Nisan 2007):

Dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in yedi yıllık görev süresinin bitiyor olması Türkiye'nin vesâyet kesimlerinde sûni gerilimler yaratıyordu. Zira Sezer'den sonra görevi devralacak kişinin o dönem Meclis çoğunluğunu elinde bulunduran AKPARTİ saflarından biri olacağı anayasanın vermiş olduğu hak çerçevesinde kesin gibiydi.

Dönemin YÖK başkanı Erdoğan Teziç'in olağanüstü rektörler toplantısında yeni cumhurbaşkanının niteliklerinin ne olması gerektiğine dair açıklamaları mâlum çevrelerde karşılığını hemen bulmuş ve tarihe 27 Nisan E-Muhtırası olarak geçecek sürece giden yolda işaret fişeğini ateşlemişti.

AKPARTİ’nin cumhurbaşkanı adayını “eşi başörtülü olan” Abdullah Gül olarak açıklamasından sonra yargı, medya ve ordu; “Lâik, demokratik, Atatürk ilke ve inkılâplarına bağlı” olmadığı gerekçesi ile cumhurbaşkanlığını engellemek için harekete geçmişti. 

Yargıtay Onursal Başsavcısı Sabih Kanadoğlu'nun hukukun sınırlarını zorlayarak ürettiği meşhur “367 krizi”, emekli Orgeneral Şener Eruygur önderliğinde gerçekleştirilen Cumhuriyet Mitingleri, Bekir Çoşkun, Emin Çölaşan gibi “darbe sevici” kalemlerin orduyu müdahaleye çağıran yazıları ve nihayet 27 Nisan 2007 gecesinde Genelkurmay'ın internet sitesinde yayınlanan “Laiklik!” hassâsiyetleriyle dolu bir muhtıra yayınlandı.

Muhtıranın verilmesinin ertesi günü hükümet Genelkurmay Başkanlığı'nın Başbakanlık'a bağlı ve ona karşı sorumlu bir kurum olduğunu hatırlatan karşı cevabı artık Türkiye'de birilerinin istediği zaman demokrasiye müdahale edemeyeceğini vurgulaması açısından önemliydi.

AKPARTİ Hükümetinin bildiriye yönelik cevabı çok sert oldu, peşinden de meşhur 22 Temmuz'da erken seçime gidildi, AKPARTİ oylarını yüzde 34’den % 47'ye çıkardı.

E-Muhtıra, sivil idârenin ilk kez vesâyetçi bürokrasi ve darbeci damara karşı dimdik durması, halkın hükümetin yanında tavır alması ile karakterize edilebilir.

15 Temmuz 2016 Başarısız İşgal Girişimi

Ak Parti hükümetinin 27 Nisan e-bildirisi ile atlattığı ilk başarısız darbe hazırlığı 27 Mayıs 2013 tarihinde başlayan Gezi Parkı Olayları ile farklı bir kulvarda devam etti. Gezi Olayları’nı 1960 Darbesi öncesi CHP ve Üniversite Hocalarının koordineli kışkırtmaları ile düşünün. 

Yabancı basının canlı yayınlarla dünya kamuoyuna cilâlayarak sunduğu bu olaylardan da istediği sonucu alamayan çevreler nihai hedefleri Başbakan Erdoğan’ı iktidardan indirmek ve uluslararası mahkemelerde yargılamak olan planlarını hayata geçirdiler.

Burada kullanılan FETÖ/PDY yapılanmasının da darbeci, vesâyetçi damarla geçmişten bu yana, özellikle de 28 Şubat Süreci’nde nasıl bir Tattaravelli Oyunu ile palazlandırıldığı konusuna girmiyorum. 

7 Şubat 2012 tarihinde Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) Müsteşarı Hakan Fidan’ı ifadeye çağırma operasyonuyla başlayan süreç, 17–25 Aralık Operasyonları ile devam etti. 

1–19 0cak 2014 tarihlerinde MİT tırları Adana ve Hatay’da durdurulmuş ve FETÖ’cü savcının yürüttüğü operasyon kısa süre içinde uluslararası medya organlarına servis edilmiştir. MİT tırlarının durdurulmasıyla eş zamanlı şekilde Türkiye’nin terör örgütlerine destek olduğu yönünde kara propaganda çalışmaları başlatılarak Türkiye terör örgütlerinin destekçisi olarak gösterilmiştir. 

Hükümetin aldığı kararlar çerçevesinde kamu kurumlarından tasfiye edilmeye başlayan FETÖ/PDY Örgütü son olarak NATO’cu subaylarla işbirliği içinde 15 Temmuz gecesi başarısız bir darbe girişiminde bulunmuştur.

15 Temmuz 2016 tarihindeki darbe girişimi kahraman halk, ordu içinde darbecilerle savaşan kahraman askerler ve kahraman emniyet güçlerinin direnişi sonrasında başarısız darbe girişimi olarak şüphesiz Türkiye’de hafızalardan uzun yıllar silinmeyecek bir iz bırakmıştır. Ancak bu darbe girişiminin özellikle sivil bir tepki ve direnişle bastırılması unutulmayacak bir öneme sahiptir. 

Halkın darbecilere karşı gösterdiği direniş takdire değerdir. Özellikle Batılı ülkelerin Türkiye’nin demokrasi yolunda mesafe alması için üst perdeden nasihat etmelerine karşılık, demokratik düzeni değiştirmeye yönelik bir darbe girişimine sıradan vatandaşın gösterdiği tepkiyle demokrasinin varlığının sürdürülmesine yönelik katkısına hiçbir övgü ya da takdir gelmemiştir. Bu sessizlik Türkiye’deki darbe girişimlerinin arkasında Batılı ülkelerin istihbarat servislerinin varlığı tartışılmaz hâle gelmiştir.

15 Temmuz başarısız darbe girişimi Cumhuriyet tarihinde halkın sokaklara dökülerek darbeyi önlediği bir girişim olarak tarih sahnesindeki yerini alacaktır. Türkiye için bu noktada dikkate değer bir yorum, darbeye karşı direnenlerin daha çok Türkiye’deki aydın-elit kesim tarafından sürekli hor ve değersiz görülen muhafazakârlar olmasıdır. 

Bu döneme kadar muhafazakârlar genelde henüz bireyleşmemiş, modernleşmemiş, özgürlüğüne pek de meraklı olmayan, demokratik siyasi kültür bilincine erişemeyip, cemaat siyasi kültürüne hapsolan bağımlı değişkenler olarak görülmüşlerdir. 

Başlı başına darbe süreci onları bağımsız değişken haline getirmiş değildir zaten yanlışlık da buradadır, çünkü onlar zaten bağımsız değişkendiler. Bu durum, muhafazakârlara yönelik algının ne kadar taraflı ve sosyal gerçeklerden uzak olduğunu göstermesi açısından anlamlıdır. Çünkü onlar 15 Temmuz ile bir yandan siyasi irâdelerine sahip çıkarken diğer yandan ülkelerinin bağımsızlığı ve kendi özgürlüklerini ne ölçüde karakter olarak içselleştirdiklerini göstermişlerdir. 

15 Temmuz Sonrası 40 güne yakın sokak nöbetleri tutulmuştur. Bu çok önemli bir deneyimdir. 1953 yılında İran Petrollerini Millileştiren Başbakan Musaddık’a İngiliz İstihbaratı ve ABD İstihbarat Servisleri birlikte operasyonlarla İran Ordusu’na darbe yaptırdı. Halk 15 Temmuz’da olduğu gibi darbeyi önledi ve nöbet tutmaya başladı. Birkaç gün sonra Musâddık halka evlerine dönmelerini söyledi. Maâlesef hemen akabinde darbeciler ikinci darbeyi yaptılar ve Musâddık tutuklandı. Bu yönü ile 15 Temmuz ve Sonrası’ndaki kararlı duruş muhtemel müteâkip darbe planlarını da akâmete uğratmıştır.

Azîz ve Fedâkar Milletim…

Bunca darbe olaylarını neden anlattık?

Dersler çıkartalım, tedbir alalım diye.

Darbelere baktığınızda benzer oyunlar oynanmış. Üzülerek ifâde ediyorum hâlen Osmanlı Medeniyet Toprakları’nda darbeler devâm etmektedir. Irak’a müdahaleden dersler çıkartmalıyız. Libya’da yaşananlar başlı başına ders. Ama en çok da Mısır..

Mısır’da yaşananlar tüm İslâm Ülkeleri için derstir. Batı’nın peynirden put haline getirdiği demokrasi ve İnsan Hakları’nın diğer ülkeler için sâdece bir sopadan ibaret olduğu görülmüştür.

AKPARTİ İktidârı sürecinde yaşananlar esâsında son 250 yılda yaşadıklarımızın özeti gibi.

Bu gün darbeler yönü ile Türkiye’miz ciddi bir mesâfe kat etmiştir. Ancak gerek Batı, gerek ülke içindeki işbirlikçi yoz kafalar için Milletimiz “Öküz güden Köylü!”dür. Kendisi karar veremez. Güdülmelidir. Böyle bakan zihniyetlere bir de düşmanlıklarını ekleyiniz. Dolayısı ile Azîz Milletimizin ferâsetle, birlik ve beraberliği çok önemlidir.

Uluslararası zeminde Millet ve Devletimizle ilgili oluşturulacak algı açısından ülkemize müzahir devletlerdeki darbe vb. sosyal çalkalanmalar da doğrudan ülkemizi etkileyecektir. Örneğin Azerbaycan, Katar gibi ülkelerde de FETÖ’nün gerek yerli, gerek Türkiye’nin oralarda görevlendirdiği Kamu Personeli, özellikle de asker ve emniyet personeli içindeki FETÖ’cü unsurlar aracılığı ile yapılabilecek operasyonlara karşı dikkatli olunmalıdır.

Bu gün Azerbaycan’da devlete doğrudan yetiştirdiği öğrenciler aracılığı ile sızarken, etkin kadrolar için güçlü kişilerin kızları ile evlilik yapmak suretiyle, tıpkı Türkiye’de, Güney Afrika’da, Kırgızistan’da olduğu gibi etkinleşmektedirler. 

Bu damatlar ve yetişen öğrenciler Azerbaycan Adliyesinde, jandarmasında, emniyetinde, diğer kamu kuruluşlarında Paralel Devlet Yapılanması PDY oluşturmaya doğru gitmektedirler.

Azerbaycan’da iş dünyasında İpekyolu adlı çatı örgüt kurdular. Okullardan Türkiye’li öğretmenler ayrıldı, ama Azerbaycan Vatandaşı FETÖ yapısı devam ediyor.

Azerbaycan Siyasetine gölge gibi sızmış durumdalar. Türkiye’de olduğu gibi her partide varlar. İlham Aliyev’i sevmiyor ve güvenmiyorlar. İlham Aliyev’de mücadelede yalnız.

Türkiye Azerbaycan’da yapılabilecek bir darbeye karşı uyanık olmalıdır. Azerbaycan Halkı’na güç vermelidir.

Malum Kırgızistan’da Türkiye’nin taleplerine rağmen okullarını kapatılmadı. Kazakistan’da okullar devlete devredildi. Ama tüm kadrosu ile. Türkiye’den giden öğretmenler okullardan ayrıldılar ancak yine bu ülkedeler. Yani etkinlikleri devam ediyor.

Katar..

Küçük bir Körfez Ülkesi. Kaynakları çok fazla ve değerli. Katar Emirleri dün Osmanlı ile oldu, bu gün de Türkiye ile hatta ötesi, Cumhurbaşkanımızla kardeş gibi birlikteler. Katar’ın ve Emirin bu duruşu Katar’ı başta İngiltere ve ABD olmak üzere Körfez’deki kuklaları S. Arabistan, BAE, Mısır, İsrail gibi ülkelerin hedefi haline getiriyor.

Geçenlerde S. Arabistan kaynaklı asılsız bir darbe haberi sızdırıldı Katar’dan. Aynı gün TSK’nin Katar Karargâhı ile ilgili bir şâibe yayıldı sosyal medyada. 

Türk Silahlı Kuvvetleri ve MİT, Türkiye’den dış temsilcilik, karargâh ve birliklere giden personel ile ilgili ciddi bir istihbârat çalışması yapmalıdır.

Türkiye ile hâreket eden Ülkelerdeki sarsıntılar, sosyal olaylar Türkiye için domino etkisi yapmasa da ülkemizin etkinliğini zaafa uğratabilir, iç politika malzemesi yapılmak sûreti ile seçimlere olumsuz yansıyabilir.

Değerli Milletim.

Geçmişten ders almak, Kur’an-ı Kerim’de Allah CC’ın öğretme yöntemlerinden biridir. Darbecilerin gerek darbe ortamını hazırlamada kullandıkları yöntemler, gerek darbe süreçleri birbirine benzemektedir. Gayri ahlâki, gayri insâni, en kötüsü de Darbelerin tamâmı Gayri Millî niteliktedir. Özellikle son yüzyılda yaşadığımız darbelerin maddi, manevî kayıpları çok büyüktür.

Unutmayalım, İtimât kontrole mânî değildir.

Yine unutmayalım, “Su uyur, düşman uyumaz.”

Strateji ve Yönetim Uzmanı/ Emekli Yarbay Halil MERT