Dönemin Afrika lideri Jomo Kenyatta sömürgeciliğin tamda bu cümlelerle özetliyordu; “Beyaz adam geldiğinde, bizim topraklarımız, onların ellerinde İncil vardı. İncil’i verip bizi uyuttular; gözlerimizi açtığımızda İncil bizim elimizde, topraklarımız onlardaydı”
Sömürgecilik aslında son 250 yılımıza damgasını vuran bir başlık.
Yani Türk Milletinin Devlet-i Ali-i Osmaniye’sinin gücünün zayıflaması ve hakimiyetin yeni kıtaların keşfi ile Avrupa’ya geçmesi ile başalamaktadır.
Bu öyle bir sömürgecilikti ki; sadece siyasi ve ekonomik alanları kapsamıyor zihniyet sömürgeciliğinide beraberinde getiriyordu.
Batı dünyanın heryerinde olduğu gibi özelikle Afrika’da bu acımasız sömürgeciliğine devam ederken bu zülme dur diyecek Türk Milleti’de ateşten bir çember içerisine iterek hürriyetini yeniden elde etmemesi için kaosa devam ediyordu.
Osmanlı’nın yıkılması ile dünyada değişen dengeler hep mazlum milletlerin ezilmsine, batının ve beyaz adamın sömürgecilik zulmüne devam etmesine yol açtı.
Osmanlı sonrası elde kalan son toprak parçası ile Anadoluda kurulan Türkiye Cumhuriyeti var olma mücadelesini sürdürüken mallesef 1923’ten1990’lı yıllara kadar bu coğrafyalarla ilişkilerini kopardı ve neredeyse zulmün ortasına onları terk etti.
1991 yılında SSCB dağılıp Soğuk Savaş bitene kadar dış güvenlik ve politikasını iki kutuplu sisteme uygun bir şekilde yürüten Türkiye, söz konusu sistemin sona ermesiyle dış politikasını gözden geçirme gerekliliğiyle karşı karşıya kalmış ve yeni açılımlara yol açmıştır.
Bu çerçevede çok yönlü bir dış politika arayışına girmiştir.
1998 tarihinde Afrika Eylem Planı’nın ortaya atılmasıyla Afrika kıtası ülkeleriyle yeni bir dönemin başlatılması bu yeni politika arayışının bir örneğini teşkil ki, bugün geldiğimiz noktanın ana kaynağı taa o tarihlere dayanır.
Yine Türkiye’nin bu coğrafyada eksik kalmasını boşluk bilen beyaz adam içimize soktuğu trova atları camamatlerle 90’lı yıllardan sonra sanki oralardaymışız gibi ‘Türkçe Öğretiyorlar’ sloganları ile bizi oyalayıp durdular.
Zira beyaz adam biliyordu ki; o coğrafyalar 500 yıl boyunca üç kıtada hüküm sürmüş olan Osmanlı İmparatorluğunun hakimiyet kurduğu coğrafyalardı ve Osmanlı’nın mirascısı olan Türkiye eninde sonunda oralarda olacaktı.
Ve şunu samiyetle söyleyeyim ki; sayın Cumhyurbaşkanının son Afrika ziyaretleri Türkiye’nin Afrika açılımında bir milattır.
Erdoğan Afrika seferi sırasında oralara bizim adımıza CIA tarafından sokulan cemaat görünümlü ajanların konusunu açmış ve artık biz Evladı Fatihanın gerçek çocukları olarak buralara yeniden geliyoruz demıştir.
Orada verdiği mesajlarla BEYAZ ADAM’a ve onların turuva atlarına “ARTIK YETER GO HOME! “ demiştir.
Cumhurbaşkanı için orada duygusal bir konuşma yapan Hartum Üniversitesi'nin Rektörü Ahmed Süleyman, "Sayın Cumhurbaşkanı, bunlar Sudan'ın gençleridir. Seni bekliyorlardı. Seni uzaktan görüyor ve dinliyorlardı. Düşmanların karşısında dik durduğunuzu gördüler. Yeryüzünün tüm topraklarında zalimlerin karşısında dimdik durduğunuzu gördüler. Sizin zalimler karşısında, 'hayır, binlerce kere hayır' dediğinizi gördüler…” diyerek aslında Cumhurbaşkanımızın nezninde Evlad-ı Fatihan’a hoş geldiniz demiştir.
Dolayısı ile tüm bunlar sayın cumhurbaşkanının bireysel bir planı değil, kişisel bir kavgası değil 2500 yıllık Türk Devlet gelenğinin istekleridir, Türk Milletinin adaletinin yeniden dünyaya çıkışının ayak sesleridir.
Bu mücadele Şovalyelerle Akıncıların, Haç ile, Hilal’in kavgasının devamıdır.
250 yıllık gecikme ile ibre Türk’ün liderliğinde adalet terazisine , Afrika’da insanlık aleminin huzuruna dönmektedir.
Bu bağlamda bünyesinde daha önce uzun yıllar çalışmaktan gurur duyduğum Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı’yla da bir protokol imzalayan MAARİF VAKFI’nın çalışmalarına dikkat edin.
Onlar bu ülkenin yeni Akıncıları olacaklardır.
Toplumsal olarak onları tanımalı ve her türlü desteğimizi, dularımızı onlardan esirgememeliyiz.