Cepheler kurulurken: İran ve Türkiye

Özgür UYANIK

Geniş Yakın Doğu bölgesinde neye dokunulsa ucu İran’a değiyor. 

Irak, Suriye, Azerbaycan, Lübnan, Yemen ya da Pakistan hemen her sorunlu bölgede İran bir taraf durumunda. Çünkü 1989’dan itibaren giderek netleşen İran’ın bölgedeki çatışmacı dış politikası, kendi rejimini koruyacak bir Şii ekseni yaratma amacı güdüyor. 

Hedef İran’daki rejimi güçlendirmek ve caydırıcılığını artırmak olduğundan kendisine bağlı olan tarafların istikrar sağlayıcı, düzen kurucu motivasyonu zayıf kalıyor.

Hiç tartışmasız bunda Tel Aviv merkezli ve Washington destekli İran karşıtı ittifakın etkisi çok yüksek.

Ancak bu İran’ın olan bitenler deki sorumluluğunu görmemizi engellemiyor.

Örneğin Irak ve Suriye’de milyonlarca insanın kanının akmasının ABD’nin işgal ve askeri müdahalelerinin bir sonucu olduğu hemen herkes tarafından kabul ediliyor. Fakat bu Irak iç savaşında İran destekli Şii milislerin Sünni kentlerde büyük kitle kıyımları gerçekleştirdiği gerçeğini ortadan kaldırmıyor. 

Bu yüzden İŞİD gibi yapılar Şii saldırılarına karşı Sünnilerin bir savunma gücü olarak ortaya çıktı. 

Saldırılardan kaçan milyonlarca Sünni, IŞİD'den temizlenen kentlere Haşdi Şabi korkusuyla geri dönemiyor.

Ayrıca Haşdi Şabi varlığı ve saldırıları Suriye’de savaşın bir türlü bitmemesinin başlıca nedenlerinden biri sayılıyor.

Bu sahada İran’ın temas etmediği hiçbir odak yok. 

Mesela ABD ya da batıya kızıyoruz PKK’yı destekliyorlar diye. 

Peki Kandil dediğimiz yer Teksas Kolorado’da mı İran sınırında mı?

Arada bir duyarız “İran Kandil’i bombalıyor”, “İran Kandil’i kuşattı” vs. 

Bir zamanlar PKK’nın İran’da faaliyet gösteren PJAK diye bir kolu vardı. Sahi ne oldu ona?

Size daha taze bir haber vereyim. Daha geçen hafta PKK altı peşmergeyi öldürdü. Barzani yanlısı kaynaklara göre işin arkasında İran var. 

İran, Barzani’nin Türkiye ve batı yanlısı pozisyonundan rahatsız.  KYB ile KDP arasındaki anlaşmazlıkların sürmesi için Süleymaniye’deki ağırlığını kullanıyor. Ayrıca “Şengal Anlaşması”nı Suriye’deki varlığı için bir tehdit olarak görüyor. 

İran’ın bölgesel hatta stratejik (nükleer) güç olma hevesi öyle irrasyonel bir noktaya ulaştı ki Pakistan’dan Yemen’e her yer İran’ın “yumuşak karnı” haline geldi.

Bu yüzden Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Azerbaycan’da okuduğu şiir Aras suyunda fırtınalara yol açtı.

Saddam mı demediler, meclisten toplu bildiri mi yayınlamadılar, büyükelçiyi çağırıp ayar mı vermediler. 

Belli ki İran Karabağ’daki gelişmelerden habersiz. Türkiye ile Azerbaycan arasına bir koridorun açılması çıkarlarına zarar veriyor. Bu arada Ermenistan’la özel bir ilişki sürdürüyor ve içindeki büyük Azeri nüfus sebebiyle Azerbaycan’ın güçlenmesini istemiyor.

Türkiye’nin geleneksel politikası İran’la sorun yaşamama üzerine kuruludur. Erdoğan döneminde bu politika İran’ın lehine bir yönde gelişti. Türkiye İran’ın uluslararası sisteme entegrasyonu için köprü rolü üstlendi. Bunu yaparken de ABD ambargosunu kıracak bazı metotlar üretti. 

Sonuçta Erdoğan’ın bu konuda aldığı büyük risk ona ABD tehdidi ve İran tarafından yöneltilen “Saddam” benzetmesi olarak geri döndü. 

Her yerde olduğu gibi İran meselesinde de bir yol ayrımına gelmiş bulunuyoruz. 

Körfez ülkeleriyle İsrail arasındaki anlaşmalar bir şeyin habercisi. Suudi Arabistan ve Mısır’ın kime karşı ve kimin yanında olduğu dünden belli. 

Suriye bir daha yüz yıl belini doğrultamaz. 

Filistin meselesi “de facto” bir statükoya getirilip bağlanacak.

Yakın Doğu’da cepheler büyük oranda kuruldu bile.

Hiç kimseye karşı düşman bir cephede yer alma seçeneği olmayan Türkiye en kısa sürede komşularıyla anlaşmazlıklarını neticelendirmek zorunda. 

Bunun için de dış politikada anlaşılır çok net pozisyonlara sahip olmak gerekiyor.

Aksi takdirde çatışma sahasında her iki tarafın da hedefi haline gelebilir.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.