İnsanlık Tarihi’ne baktığımızda harbin sürekli olduğunu görürüz. Esâsında barış dönemleri dahî Savaş (harp)’ın evrelerindendir.
Harp safhalarını incelediğinizde;
1. Yeniden tertiplenme ve hazırlık safhası. Bu safhaya ya da döneme barış dönemi de diyoruz. Ama bu dönem harbin en önemli aşamasıdır. Azerbaycan ordumuzun Karabağ Hârekâtı çok güzel bir örnektir. Azerbaycan Devleti, Ekonomisini düzeltmiş, ordusunu eğitmiş, silahlarını yenilemiş, 26 yıl sonra yaptığı hazırlıklı, mahdut hedefli taarruzla, kaybettiği ülke topraklarını geri almıştır.
Asla unutulmamalıdır ki, Askerî gücün iki ana desteği vardır. Birincisi Ekonomik güç, ikincisi, Millî Şuur ve Millî değerlere, devlete ve vatana bağlılık.
İnsanı motive eden temel duygu imândır.
İmânın özündeki temel belirleyici Allah’a, emir ve yasaklarına, hayâtın ebedî olduğuna, ödül ve cezâya inanmaktır. Dolayısı ile askerimizin “Ölürsem şehid, kalırsam gâzi olurum.” şuuru, Ceddimiz, Yavuz Selim Hân’ın “Ölürsek cennet bizim, kalırsak devlet bizim.” mânevî gücünün fert fert askerimiz ve milletimizde olması, gerek cephede, gerek 15 Temmuz gibi ihânet kalkışmasında, gerek oy verirken sandıkta çok değerli bir düsturdur.
2. Diplomasi Faaliyetleri. Bu dönemde anlaşmalarla karşılıklı bağımlılıklar oluşturulduğu gibi, düşmanlıklara karşı da ortak duruşlar oluşturulur.
Müttefiklikler gibi. Elbette Akdeniz’de devam eden it dalaşı diyebileceğimiz gerginliklerin de masada müzâkeresi bu süreci ifâde eder.
3. Vekâlet Savaşları. Tarafların kendi orduları yerine üçüncü ülke orduları ya da besledikleri terörist unsurlarla düşmanlarını zorladıkları muharebeler.
Baktığınızda, 1. Dünya Savaşı sonrası, İngiltere’nin Yunan Ordusu’nu hazırlayıp, eğitip, donatıp Anadolu’yu işgale göndermesi böyle bir harekâttır.
Hâlen ABD ve Batı’nın PKK/YPG terör örgütünü eğitip, Şanlı Ordumuzun karşısına çıkartması Vekâlet Savaşlarına örnektir.
4. Düşük yoğunluklu çatışma. Bu Hindistan-Pakistan Orduları arasındaki yer yer çatışmalar, terör unsurlarına karşı yapılan mahdut hedefli askeri harekâtlar gibidir.
5. Harp, Sıcak Savaş. Orduların bizzat girdikleri muharebelerdir ki, mahdut hedefli olabilir, sınırlı olabilir, genel harp şeklinde olabilir. Ülke toprakları içinde ve ülke toprakları dışında olabilir.
6. Ateş kes, Müzâkere ve anlaşma süreci.
Yukarıdaki döngü süreklidir. Bazen aşamaların tamâmı yaşanmayabilir.
Toplum ve fertlerin hayatında sürekli ve her alanda açık ve sinsi süren asıl savaş, Psikolojik Harp/Hârekâttır. Gezi Olayları’ndan, dizi filmlere, sosyal medya yönlendirme ve yalanlarından, askerî hârekâta tüm faaliyetlerin hedefinde insanlarımız vardır.
Asrın en büyük alâmet-i fârikası, küreselleşmedir. Ancak Türkiye ve Müslümanlar bunun ne büyük bir güç olduğunun hâlâ tam olarak farkında değildir.
Görüleceği üzere harp süreklidir.
Milletler ve devletler, sürekli olan bu mücâdele ve çekişmelerin bilincinde olarak yaşamalı, çok çalışmalıdır.
Bu gün ABD ve İngiliz Subaylar, Dördüncü Nesil Savaş tanımı ortaya atmışlardır. Dördüncü Nesil Savaş, aşağıdaki unsurları içine alan çatışmalar olarak değerlendirilebilir.
Karmaşık ve uzun dönemli,
Terörizmi her şekliyle kullanan.. Bu manâda bölücü (mikromilliyetçi-unsuriyetçi-), mezhep, târikat vb., sözde dinci terör, ideolojik gruplar. Düşünün bölgemizi ve karışıklıkların arka planına bir de böyle bakın.
Milli olmayan veya milli sınırları aşan hüviyette,
Düşman'ın kültürüne, değerler sistemine, inancına doğrudan tecâvüz eden…
Çok ayrıntılı ve farklı içeriklerde psikolojik savaş. Özellikle, medyayı manipüle eden.
Politik, ekonomik, içtimâi ve askerî bütün mevcut şebekeler kullanılır. Bütün şebekelerin aktörlerini içine alan düşük yoğunluklu çatışmalar, vekâlet savaşları cereyan eder.
Mücadele dışı unsurlar taktik ikilemlerde kullanılır. Kavganın içine çok farklı kesimler çekilir. Bu gün BM’de aleyhimize gelişen olayları inceleyiniz. Halkımızın zaman zaman özgüveni köreliyor, değil mi?
Aslında, en eski devirlere dahî bakın. Yukarıdaki unsurları az çok görürsünüz. Ancak, emperyalizm, insana dâir ne varsa sömürmekte ve bizleri birer robota dönüştürmeye çalışmaktadır.
Bu gün bu robotları kontrol edecek hiçbir iç değerleri kalmamakta, çok ucuza satın alınabilmekteler, çok basit menfâatler önerilerek hiçbir değer tanımadan, bâzen de DEAŞ gibi, değerleri kullanarak kendi halkına, insanına, dindaşına, komşusuna hatta ailesine karşı bile acımasız olabilmektedirler.
Bu şartlarda, devletimiz savaşı yeniden tanımlamalıdır.
Seferberlik ve Savaş Hali Kanunumuzda savaş: “Devletin bekâsını temin etmek, millî menfaatleri sağlamak ve milli hedefleri elde etmek amacıyla, başta askeri güç olmak üzere Devletin maddi ve manevi tüm güç ve kaynaklarının hiçbir sınırlamaya tabi tutulmadan kullanılmasını gerektiren silahlı mücadeledir.” diyor.
Bu tanım harbin, Sıcak Savaş döneminin tanımı.
Carl von Clausewitz, “Savaş politik ilişkilerin başka araçların desteği ile sürdürülmesinden başka bir şey değildir.” diyor. Yani sâdece sıcak savaş değil kastedilen…
Mustafa Kemâl Paşa; “Savaş, nihayet meydan savaşı sâdece karşı karşıya gelen iki ordunun çarpışması değildir. Milletlerin çarpışmasıdır. Meydan savaşı milletlerin bütün varlıklarıyla, bilim ve teknik alanındaki seviyeleriyle, ahlâklarıyla, kültürleriyle kısacası bütün maddi ve manevi güç ve nitelikleriyle ve her türlü vasıtalarıyla çarpıştığı bir imtihan alanıdır.”
Benim mülâhazam, savaş sâdece meydanlarda değil, süreklidir, kesintisizdir.
Günümüzden 2500 yıl önce yaşamış Çinli General Sun Tzu’nun birkaç sözünü paylaşmak istiyorum.
“Düşmanını ve kendini bilirsen, yüz kere savaşsan tehlikeye düşmezsin. Düşmanını bilmeyip kendini bilirsen kazanır ya da kaybedersin. Kendini ve düşmanını bilmezsen, her savaşta tehlikedesin.”
“Mükemmellik her savaşta çarpışarak kazanmak değildir. En iyi strateji savaşmadan kazanmaktır.”
“Kurnazlık ve gizlilik denilen kutsal sanat! Senin sayende görünmez olmayı; senin sayende duyulmaz olmayı öğrenip, düşmanın kaderini elimizde tutuyoruz.” Buyurun İngilizlerin devlet politikası tam da bu cümle değil mi? Psikolojik Harp/Harekât unsurları değil mi kast edilen..
“İnsan yaratılışı gereği zora düşmedikçe, yeteneklerini sonuna kadar kullanmaz.” İnsanımıza, içinde bulunduğumuz ateş çemberini, çıkmak için güçlü, çalışkan ve fedâkâr olmamız gerektiğini anlatmalıyız. Yani bu coğrafyada tutunmanın gerekliliği ve zorluğu halkımıza anlatılmalıdır ki, halkımız da canını dişine takarak çalışsın, şuurlansın.
“Başarılı bir hârekât başına vurulduğunda kuyruğu ile kuyruğuna vurulduğunda başı ile orta kısmına vurulduğunda hem başı, hem kuyruğu ile hareket eden hızlı bir yılan gibi olmalıdır.”
Şu cümle ne kadar değerli.
Azîz Milletimiz 1. Dünya Savaşı’nda tam da böyle her şeyiyle mücâdele vermedi mi? Milletimiz, böyle savaştı. Adını “Hasta Adam!” koyanlara direndi. Öldüremediler. Şimdi nekâhat dönemi de bitti.
Azîz Milletim.ABD yaptırım uygulayacakmış.
“Trump mu iyi, Biden mi?” gibi toplumu meşgul eden sorular…
ABD ve Batı, Malazgirt’ten bu yana aralıksız düşmanlık yapmıyor mu?
Bakın Karabağ’da Minsk Üçlüsü’ndeki Fransa ne yaptı? Karabağ Ermeni Devleti’ni tanıdı. Yani her fırsatta kinlerini ve düşmanlıklarını kusuyorlar. Ermenistan dahî Rusya ve batı’nın kurduğu yapay bir devlet değil mi?
AB blok olarak karşımızda.
ABD, İngiltere ve İsrail envâi çeşit aldatma ve kurnazlıkları da kullanarak düşmanlığa devâm ediyorlar.
ABD yaptırımları, “Kötü komşu adamı mal sahibi yapar.” cümlesi ile bizi büyük hedeflere yönlendirmelidir.
Ülkemizde, ABD Seçimlerine umut bağlayan iç gurupların olması acı vericidir. B. Arınç alenî olarak Biden’i destekledi. FETÖ aynı şekilde.
Biden, “Erdoğan’ı askerlerle (FETÖ hainleri eliyle) düşüremedik. Muhâlefeti desteklemeliyiz, seçimle düşürmeliyiz.” diyor.
Bu çirkinliği, işbirlikçi siyaseti, kulağı dışarıda STK, cemaat ve toplum kesimlerini Milletimize göstermeli ve anlatmalıyız.
Malum, Cumhurbaşkanımız bir şiir okudular Azerbaycan’da..
“Aras, türküsünü daha güçlü çığıracak. Karabağ şikestesini okuyan nefesler daha yüksek daha güçlü çıkacaktır.” dedi ve sonrasında Aras türküsünün sözlerini okudu:
“Aras’ı ayırdılar
Kum ile doldurdular.
Ben senden ayrılmazdım
Zor ile ayırdılar,
Ay Lâçin, can Lâçin,
Men sene kurban Lâçin”
İran bir anda tepki gösterdi.
Hatta İranlı bazı devlet adamları, maâlesef, “Ermenileri daha güçlü desteklemeliydik.” gibi talihsiz açıklamalarda dahî bulundular. 10 yıl önce İran eski Cumhurbaşkanı Ahmedinecad İstanbul İKÖ Toplantısında, “Tüm Asya Türklere çok şey borçlu, Avrupalı barbarlardan Asya’yı 600 yıl Türkler korudu.” demişti.
Doğrusu budur.
İran’daki Fars Irkçıları, maâlesef Şiâ Mezhebini kullanmaktadırlar. Dünyada Şiî nüfusuna baktığınızda %60’a yakını Türk’tür. Şiî kardeşlerimizi Fars’tan ve İran kontrolünden kurtarmak gerekir. Türkiye kendi insan yapısından ve değerler manzumesinden korkmamalıdır. Çünkü tarihî misyonu ve coğrafi konumu ile birleştirici, kucaklayıcı vasfını hep korumuştur.
İran’ı 1925 Pehlevî Darbesi’ne kadar 1000 yıl Türk Milleti yönetmiştir. İsfahan, Tebriz gibi büyük şehirler Türk Devletleri’ne başkentlik yapmıştır. Dolayısı ile yeni Türkiye, İran’dan bize gösterilen Şah İsmâil dedemizin Safavî devleti haritalarından korkmaz. Korkmamalıdır.
Yeni dönem artık küreselleşme ile haberleşme, bilgi, teknoloji ve birlik zamanıdır. İran’da başta olmak üzere bölgemizde Fars Etkisi kırılmalıdır.
İran etkisi iki türlü yürümektedir. Birincisi Farsça Baskısı. Maâlesef Afganistan ve Tacikistan Türkleri dillerini kaybetmektedir.
Tıpkı Talış ve Kürt Türkleri gibi. Bunun bir sonrası ana damar Türk’ten kopuştur. Daha da kötüsü bu kesimler emperyalizmin tuzağına düşmeye hazırlanıyorlar. PKK böyle bir sonuç değil midir?
İkincisi, İran’daki Fars derin yapılanması, Türk Devletleri’nde dahî farsça yanında, Şiâ mezhebini çok iyi kullanmış ve Şiî Kardeşlerimizi istismar etmiştir. Bu sinsiliğe karşı hâlâ, Afşar Şâhı Nâdir Şah’ın Osmanlı’ya önerileri çözümün parçasıdır.
İran, Azerbaycan’a İsrail ile iyi ilişkilerinden dolayı Siyonist diye iftira etmektedir ki, şiirden sonra bazı İranlılar da bu koroya eklenmiştir. Hatta, aynı iftirâyı Türkiye’ye dahî atma derdindeler. Bazıları da “Türkiye, bölgeye Selefi yığıyor.” diye iftira atıyor.
Oysa Selefî DEAŞ’a karşı en büyük mücadeleyi ordusu ile Türkiye vermedi mi? İran bunu bilmiyor mu?
İran’da ırkçı Fars etkisi olmasa, Karabağ’da tıpkı Türkiye gibi, Azerbaycan’ın yanında yer almaz mıydı?
Ne Azerbaycan ne de Türkiye Siyonizmi de Selefî görünümlü terörizme de asla müsâade etmezler. Peki, İsrâil’de Türkiye ve Azerbaycan Bayrakları ile gösteriler yapanlar kim? Yahudiler mi? Hayır!.. Mûsevî Hazar Türkleri..
Her zaman söyledik…
Türkiye’nin Etki Alanı, Osmanlı’nın en geniş coğrafyası ile bu günkü Bağımsız Türk Devletleri’nin topraklarından geçer.
İlgi Alanı ise, dünyanın neresinde bir adam “Müslüman’ım.” diyor, nerede bir adam ya da topluluk “Türküm” diyor, burası da Türkiye’nin İlgi Alanı’dır.
Hazar Türkleri, Yâhudî değildir. Musevî’dir.
Bir haber, “Yahudî ama Azerbaycan Ordusu’nda savaşıyor.”
Ne Yahudî’si kardeşim adam Türk. Azerbaycan adamın yurdu ve devleti.
“Hazar Yahudisi” diyorlar. Yanlış…
İsrail, bu insanları Habeşli, zenci Yahudîlerden de sonra kabul etti.
Doğru görelim…
Musevî Hazar Türkleri, ABD ve Rusya’da çok güçlüdür. Türkiye’nin diaspora politika ve hedeflerinin içinde olmalıdırlar. Bu insanlar Rusya, Ukrayna gibi ülkelerde “ben Azerîyim.” derken bizimkiler ısrarla Yahudî diyerek itmeye devam ettiler.
Kim kazanıyor peki? İsrail ve Siyonizm.
Neden?
Bizim cehâlet ve iş bilmezliğimizden…
Türkiye, 27 NİSAN 2007 Muhtırası’na karşı dik durarak hicretini tamamlamıştır. Stratejik dengeye ulaşmıştır. Geri adım atamaz.
Muhalefet geriye döndürme, eski mızmız, ferâset ve izzetten yoksun Türkiye’yi hedeflemektedir. Dış güçler bunu farkındadır.
Bakınız!
FETÖ Firârîleri nerede?
ABD, İngiltere, Almanya başta olmak üzere AB ülkelerinde. Bu ülkelerde tüm diğer PKK, sol terör grupları, sözde İslâmi bazı guruplarla korunuyor, destekleniyor, Türkiye aleyhinde faâliyet gösteriyorlar. Hatta, Fransa ve Almanya’ya Akdeniz’deki ticârî gemilerimize operasyon yapma fikrini hukukî altyapısı ile onlar söylüyorlar.
Anlamı ne?
Çünkü FETÖ ve diğer işbirlikçi kesimler ABD başta olmak üzere Batı Ülkeleri’nce destekleniyor, güç ve akıl veriliyor, Türkiye aleyhine kullanılıyor ve bu nedenlerle korunuyorlar.
Azîz Türk Milleti.
ABD ambargosu bu günün konusu değildir.
Bir ülke planlarını iç dinamikleri güçlü tutarak yapmalıdır.
Devletin en büyük gücü, kendisine sevgi duyan, sahip çıkan, çalışkan, şuurlu Milletidir. Devlet, milletin ideal, duygu, inanç ve ideallerine bağlı kalırsa büyü ve pâyidâr olur.
Bu gün ülkemizde Milli Cepheye ait insanımızın oranı % 70’in üzerindedir. Cumhur İttifâkı mensupları ve destekleyenler, alınan oyu sorgulamalıdırlar. Milli Cephe sandıktan en az % 57–60 aralığında oy çıkmalıdır ki, arkamıza yaslanabilelim.
Milletimizi her türlü aldatma, düşmanlarımızın psikolojik harp unsurları ile yaptığı yanıltma, gevşetme ve şuursuzlaştırmalarına karşı uyaralım.