Bir tuhaflık olduğu seçim gecesi Rus ajansı “Sputnik”in İspanyolca yayınından belliydi. Habere göre Morales ilk turda seçimi alamamıştı. Oysa bölgeden gelen bilgilere göre Morales’in oyları 8-9 puan muhalefetin önündeydi. Elli bin oy daha aldığında ilk turda zaferini ilan edecekti. Öyleyse Sputnik’in acelesi neydi?
Ertesi gün Morales %45’in üzerine çıktı ve rakibine 10 puan fark atarak seçimi kazandı. Resmi sonuçlar ilan edilirken muhalefet sokakları yıkıyordu. Yollar kesilmişti, iktidar partisi milletvekillerinin evleri yakılıyordu. Polis olan bitene karşı kayıtsız kaldı. Sonra da ayaklanmaya katıldı. Sonunda Morales “tamam” dedi “bu şiddete son verin, yeniden seçim yapalım”. Ordu sessizliğini bozup istifasını isteyince, gitmekten başka çaresi kalmadı.
Bolivya muhalefeti ikiye ayrılmış görünüyordu. Bir tarafta seçim yarışına katılan yasal bir muhalefet vardı. Diğer yanda kent yönetimlerini ellerinde tutan ayrılıkçı beyazlar duruyordu. Ayrılıkçılar daima Morales’in seçime girmesine karşı siyaset yaptılar. Ayrı taktiklere sahip bu iki kesim ayaklanma sırasında birlikte hareket ettiler. Fakat Morales düştüğünde yasal muhalefet ne meclise uğrayabildi ne de başkanlıkta hak iddia etti. Seçimde %35 oy alan muhalefetin adayı yerine partisi %4 oy alan bir kadın kendini başkan ilan etti. Irkçı olduğunu gizlemeyen bu atanmış başkanın ilk işi tam bir soytarı gibi başkanlık sarayına dev gibi bir İncil’le dalmak oldu. Hiçbir yasal dayanağı olmadan devlet başkanı ilan edilen bu Jaenine Ãnez’i ABD, İngiltere ile onların bölgedeki birkaç uydu yönetimi hemen tanıdı.
Fakat beklenmedik bir şey oldu; o sırada Bolivya’nın komşusu Brezilya’da bulunan Rus Dışişleri de Ãnez’i tanıdığını açıkladı. Ertesi gün Putin, ABD’nın bölgedeki en azılı yandaşı ve Morales’in düşmanı olan Brezilya devlet başkanı Bolsonaro’yla samimi görüntüler verdi. Rus Dışişleri Bakan yardımcısı durumu toparlamak için “Bolivya’da karışıklık istemiyoruz, durumun sakinleşmesini istiyoruz, o yüzden tanıdık” gibi bir şeyler geveledi.
Teşbihte hata olmaz derler; diyelim ki yıl 2023, günlerden 25 Haziran. Erdoğan bir yanda muhalefetin adayı öte yanda. Bir de yasal olmayan –ayrılıkçı ve dinci- muhalefet var ki onlar Erdoğan’ın seçime girmesine bile karşılar. Sandıklar açılıyor. Erdoğan %50 sınırında ama henüz aşamamış. Rus haber ajansı “Erdoğan seçimin ilk turunda zaferini ilan edemedi” diye yayın yapıyor. Sonrasında ortalık karışıyor. Polis sesini çıkarmıyor. Ordu Erdoğan’ın istifasını istiyor. Erdoğan gidiyor. Yerine ne yardımcısı, ne meclis başkanı, yasal dayanağı olmayan birini getiriyorlar. Rus Dışişleri bu kişiyi tanıdığını açıklıyor. Putin, o sırada Yunanistan başbakanıyla samimi pozlar veriyor.
Siz olsanız, Rusya Türkiye’nin iyiliğini düşündüğü için mi darbecileri tanımıştır diye düşünürsünüz? Yoksa Putin’in Yunanistan’ı ve AB’yi kaybetmemek, ülkesinin Türkiye’deki ekonomik çıkarlarını garanti altına almak, iktidar boşluğundan faydalanmak için Erdoğan’ı feda ettiğini mi?
Tabi bunların hepsi bir fantezi, Türkiye’de gerçekleşmesi mümkün olmayan şeyler. Ama yine de kafam Bolivya madenlerinin yarısını ihraç ettiği Çin’in sessizliğine takılıyor. “Yeni İpek Yolu Rotası”nın en önemli hattının geçtiği Bolivya’da darbe oluyor ama ABD ile yarışan Çin’in sesi çıkmıyor. Anlaşılan Çin’in darbeyi yöneten Santa Cruz merkezli oligarşi ile de bir sorunu yok. Oradaki devasa tarım alanları ve madenleri işleten Çinli şirketlerin Morales’e darbe yapan ırkçı beyaz azınlıkla arası gayet iyi.
Bolivya’daki darbede Morales’in karşısındaki uluslararası koalisyon her geçen gün giderek daha çok Libya’yı anımsatıyor. Eğer Morales, Arjantin’in desteğiyle Meksika’ya sürgüne gitmemiş olsaydı sonu Kaddafi gibi olacaktı. Bu bile Bolivya’yı iç savaşın eşiğine gelmekten kurtaramadı. Her gün onlarca kişi öldürülüyor. Üstelik bunlar Morales taraftarı bile değiller.
Belki de Bolivya’da tanığı olduğumuz şey çok kutuplu dünyanın ilk darbesidir. Kuşkusuz ardında darbeler konusunda asırlık tecrübesiyle ABD vardır. Ama sahibi bir tek ABD değildir. Hedeflenen ise bir düzen kurmak asla değildir. Çok kutuplu dünyada darbelerin hedefi güçlü ulusal liderlikleri yıkmaktır. Toplumu düşmanlık, nefret ve çıkar çatışmalarında bir daha asla bir araya gelemeyecek biçimde parçalamaktır. Sonrasında nükleer güçleriyle birbirlerine üstünlük sağlayamayan süper devletler istediklerini alacaklardır. Sonuçta bu ülkeler şirketlere pay edilmiş sömürgelere dönüşecektir.
Libya, yıllardır süren iç savaşa rağmen Avrupa’ya tarım ürünleri, Amerika’ya petrol satıyor. Tarlalarda Afrikalı göçmen köleler zorla çalıştırılıyor. Rafineriler çetelerin elinde. Bolivya’da insanlar sokaklarda öldürülürken Lityum’u Almanlar almaya devam ediyor. O sırada Çinliler Bolivya Amazonlarını yakarak elde edilen soya tarlalarını ekip, madenleri taşıyor.
Öyleyse darbe kaçınılmaz mı? Dün Suriye, Libya, bugün Bolivya, yarın sırada İran, Türkiye mi var? Bu soruların cevaplarını her ulus kendisi verecek. Ancak şunu unutmayalım: Yenilgiye dair sorular daima içe doğru sorulur. Kimse kendi yenilgisinin faturasını düşmana kesemez. Dünyanın egemenlerine güvenerek de felaketten kurtulamaz.