27 Mart 1994 yerel seçimlerinde Refah Partisi adayı Recep Tayyip Erdoğan %25 oyla İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı seçilmişti. Aynı seçimde diğer adaylardan ANAP %22, SHP %20, DYP %15 ve DSP %12 oy aldı. O dönemde bugünkü ittifak sistemi yoktu. Eğer olsaydı, muhtemel bir DYP-ANAP, SHP-DSP ittifakı İslamcı kimlikli Refah Partisi’nin adayının kazanmasına imkan tanımayacak ve belki de Erdoğan siyaset basamaklarını çıkamayacaktı.
Köprünün altından çok sular aktı: Yalnızca Erdoğan’a siyaset yolunu açan bu parçalı sistem değil Erbakan hoca, 28 Şubat, Abdullah Gül, BOP Eş Başkanlığı, AB’ye ha girdik ha giriyoruz mitingleri, Ergenekon operasyonları, TC tabelalarının kaldırılması, “Stratejik Derinlik” saçmalıkları da unutuldu ya da üzerine bir örtü serildi. Bir anlamda frene basıldı ve yön değiştirildi. Çünkü tüm bunlar hem ülkemizin hem de iktidarın aleyhine sonuçlar doğurdu.
Diğer yandan da unutulmadığını söyleyebiliriz: Hatta AKP ve Erdoğan’ın siyaset yapma biçimi diğer Partiler tarafından fazlasıyla benimsendi. Öyle ki bizzat Erdoğan’ın dayattığı ve kabul ettirdiği şu başkanlık sistemini bile ona karşı kullanabilecek kadar sahiplendiler.
Kılıçdaroğlu bile büyük krizin Türkiye’nin önündeki gerçeklik olduğunu ifade ediyorsa belediye seçimlerinin bir teferruat olduğunun herkes farkında demektir. Fakat mesela bayağı bir burjuva çevrenin seçim sonucunu “Çav Bella” ile kutladığını görünce bu gerçekliğin ideolojik bir çarpıtmayla üst sınıflar lehine kullanılmaya başlandığını da anlayabiliyoruz.
Halkın neye göre tercihini yaptığını analiz etmeye çalışıyoruz. Belli bir oranda oy almış mevcut partilerin programları arasında olağanüstü bir fark olmadığını biliyoruz. Mesela İstanbul ve İzmir adaylarının hiç tartışmaya girmeden suya sabuna dokunmadan seçim kampanyalarını tamamladığına tanık olduk. Adeta sinirleri alınmış bir seçimdi bu. Sonuçta kafa kafaya ipi göğüsleyen İstanbul adaylarının destekçileri sessiz sedasız dağıldılar. Erdoğan’ın “İstanbul’da takılırsak Türkiye’de tökezleriz” demesine rağmen gerçekleşti bu kayıtsızlık. AKP’nin İstanbul ve Ankara yöneticilerinin itirazlarından anlaşıldığı kadarıyla sandıkta ne olup bittiğinden bile haberdar değiller.
Halk Büyükşehirleri CHP’ye örnek bir belediyecilik anlayışına sahip olduğu için vermedi herhalde. Ekonomik krizi göz önünde tutarak 26 Mart 1989 yerel seçimleriyle benzerlik kuruluyor. Ancak o seçimlerde SHP sadece belediyelerde değil İl Genel Meclislerinde de birinci parti haline gelmişti. %19 oy kaybederek üçüncü sıraya düşen ANAP’ın oyları DYP ve Refah Partisine gitmişti. İki yıl sonra SHP’nin koalisyon kuracağı DYP 14 şehirde belediye kazanmıştı. Bugün ne CHP ne de ittifak ortağı İP bu konumda.
Muhalefet seçimden kazançlı çıktı ama bu iktidara yürüdüğü anlamına gelmiyor. Ne sandık aritmetiği ne de halk içindeki güçleri iktidar için yeterli bir görüntü sergilemiyor. Ancak belki de uzun yıllar sonra ilk kez muhalefet cephesinde birden fazla yeni “lider” adayı ortaya çıktı. Sistem gelecekteki siyasal dizilişi bunlar üzerinden yapmayı deneyecektir.
Muhalefet cephesinin belirgin özelliklerinden biri de program düzeyinde HDP ile ortaklaşmanın kabul görmesidir. Bunun etkisi iktidar tarafında da hissedildi. Hatta AKP’de birçokları başarısızlığı bu programdan uzaklaşmaya bağlıyor. Özerkliğe kapı aralayan, batı merkezli bu programın halkın üzerindeki ekonomik-siyasi baskıyı azaltacağı, ülkeyi bölgesel çatışmalardan uzaklaştıracağı ve bizi modern bir toplum yoluna sokacağı sanılıyor. Batı ile arası iyi olmayan Erdoğan yönetiminin, ideolojik etkisi yüksek bu program karşısında ne kadar direneceği önem arz ediyor. Ekonomik düzeyde kabul edilmesi programın siyasal anlamda kendini gerçekleştirmesi sonucunu doğurur. İşte o zaman muhalefetin sanal varlığı iktidarda görünür. Ama gerçek, iktidarın uluslararası sermaye tarafından çoktan rehin alındığıdır.
Öte yandan Ovacık Belediye başkanının Tunceli’yi HDP’ye rağmen kazanmış olması da geleceğin muhalefeti için bize bazı ipuçları veriyor. Demek ki devlet gücünün bölücü yahut dinci örgütlenmeleri baskı altında bulundurduğu yerlerde farklı alternatifler ortaya çıkabiliyor. Mesele, bugün için toplumda ayrışmaya ve çatışmaya yol açmayan bu lokal alternatiflerin, gelecekte hangi programda birleşecekleridir.
İktidar açısından şöyle bir değerlendirme yapılabilir: Bu öncelikle ağırlaşan ekonomik krizin iktidar partisine kesilen faturasıdır. Özellikle kentlerde hızla bozulan sosyal dengenin neticesidir. İmar sorunu, çevre katliamı ve rantçı zihniyetin yarattığı yıkıma bilinçsiz bir dur deyiştir. Halk gerçek bir alternatif olarak gördüğü için değil bizzat AKP’nin kurduğu bu sistemin sonuçlarından canı yandığı için muhalefet adayına destek verdi.
Ayrıca gerilimi düşürmesine rağmen büyük kentlerde AKP ve Erdoğan’a tepki neden gerilemiyor, bunu da sorgulamak gerekir. Mesela mitinglerde çay atma ya da TV programında yanına ilçe başkanlarını alıp çıktığı görüntüler yurttaşlarda ne gibi bir duygu uyandırdı?
Türkiye kriz hortumunun merkezine doğru çekilirken uçaklarla, lüks araçlarla yapılan gösterişlerin kime ne faydası var? AKP alışkanlıklarından vazgeçmek zorunda. Dünya 2002’de iktidara geldiğiniz dünya değil. İsraf, har vurup harman savurma, gösteriş, güç sergileme, abartılı kimlik vurguları neoliberal dönemde kaldı. Artık tasarruf, kendine yeterlilik, dengeleri koruma dönemine girdik. Savaş öncesi mevzilerin düzenlendiği bir aralıktayız. İktidar kendini nasılsa dört yıl seçim yok diye avutmasın.