Bir Adımız Acıdır Bizim
Şimdi sana, biç kez vurgun yediğimiz bir şehir öyküsü anlatsaydım.
d.i.n.l.e.r.m.i.y.d.i.n,!
Hiç sanmam.
Çünkü sen meylini dikene değil, güle çevirmiş bir çehre tebessümünde busesin.
Bilirim ki ben, tutunamayanların çehresi, mevsim solgunu hazan iklimlerinde hep tarumar yarınlar taşır.
B.e.n.m.i. ö.ğ.ü.t.l.e.d.i.m.
Deprem kuşağı çocukların Eylül de doğmuşluklarınm yaka rozetlerine/ intikam yemini düşmüşlüğünü...
Kahrıma kifayet edecek sözler, pembe dünyana aydınlık yarınlar taşımayacak biliyorum.
Ama sevgi fitnedir, diyenlere ö,fke fitnedir diyorum.
Ve çözülmüşlüğün unutulmaya yüz tuttuğu gün, aynaya bakıp son kez seyrederken çehremi,
elimde gül olmayacak kadar asi çehremin farhna varınca tehir edeceğim sana beynimin sağ yarısının hikayesini anlatmayı:
Çünkü vaktin olmayacak o gün!
İlengisi kardelen çiçekleri açan annelerin gidişlerinde artlarından bir tas su dökmeye...
O.n.l.a.r.ı.n. A.c.ı.l.a.r.ı. Va.r.d.ı.
İkiz kardeş gibi / aynı gün doğmuş, Onların adı vardı.
Biyografyasız!
Fotoğraflanmasa da yazılacak.
Biz kaldık bir avuç Mansur. Osie Nero öldü.
Mızraklı ilmihali okumaya Ö.m.r.ü. k.i.f a.y.e.t. e.t.m.e.d.c.n.
İşte böyle, duygular bir isyandır.
Senin buselerinde yer, yurt bulmayan.
Çığlığı sessiz içe dönük olan.
Ağlarsın ağlayamazsın.
Sevgidir, acıdır, maziden hâle taşınan.
Ne yaşanmışsa bütün vakitlerde Zakkum çiçeği bir sevdadır sana anlatılan.
Şairin elediği gibi, sevenler sorgulanmaz.
Sorgulanırlarsa haklı çıkarlar.
Sen sorgu la, sıyrıl busenden.
Meylin dikenden yana olsun...
Acı çek.
Nendesin, nerdesin ey gençliğim
Sorular sordum sorular!
Her köşe başında kayboldu doğrular
Bilmece bilme üstüne
Kayboldu kimlikler nerdeyim ben?
Söylenecek çok söz varsa dağarcığımda, niye bu kadar bekledim?
Beklemek bilmeyi gerekli kılarsa fırtınalardan kaçmak mümkün mü acaba?
Yağmur güneşe ertelediyse kurumuş çiçeklerin suya hasret bekleyişini, Çorak topraklarda kaktüsün ömrü yaşamaya ne kadar zaman kifayet edecek kökünden beslenmeyi yokederek?
Suratıma inen şamar bulutsuzluk özlemimi hep hatırlatacak çıbanlarımın kılcal damar dokusu...
Kuşlar sürü sürü ardın sıra göç ederken bu diyardan, dar-ul sılada ömrümüzün kıymeti bir trafik kazasına eşdeğer heder olup gidecek.
Ne vardı sanki kara "cahal" olma düşseydi nasibimize işte o zaman çok şey düşünüp sormazdım el yordamıyla yoklamak kadar cazip olan ekmek gramajını...
Neden merakı mucibim ekmek gramajı ile ilgili de deniz ürünleri ile değil?
Söz gelimi balık.
Çünkü protein miktarı ıie de ne kadar var bilmek bize has bir özellik değil de ondan.
Çünkü en fazla tükettiğimiz ebnek ve makarna.
Hiç eğri.si olmayan odunları toplayıp yaktığımız ateş,
Tanrı kulundan dinlediğimiz masal ülkesinin aydınlık yarınlarına taşırken taşralı adımızı,
biz yine de hep soracağız.
Noktasız virgülsüz bir ara kesitte yaşamak varken niye adımız "İsmail".
Gülnihal bir bestenin türküsünü yaktığımız akşamdan sonra...
Gücümüze giderse yaşamak, ağaçların kabuğundan topladığımız reçineler yapış yapış olunca elimizde,
belki aklımız başımıza gelir.
O zaman şafakta sönmeye yüz tutmuş bmdil alevinin raksında şen şakrak bir türkünün sözlerini mırıldanıp bestesini yaparız.
Bitmiş zamanının yorgunluğuna kahırlanmaktansa, diriliş muştusu seyirlere tutkun yaşarız.
Sabahla birlikte âb-ı vuslat bir günü.
Gün güne denk düşünce dünkü gün! Yağmur kıskansa ne olur ki aşkı, isterse kekeme konuşalım o zaman!
"Adı-mı-bi-li-yo-rum" müşkülpesent aldın mı baharı, ardına öykünürsün...
Jimnastik yapıyorum yine kelimeleri dizip ardınsıra.
Kader diyemezsin, sen kendin istedin, ne ettiysen şen kendine ettin.
Onca patika yol geçtin ve lakin bir türlü evine gidemedin.
Oysa onlar da senin kadar beklemişti.
İhtilâl sonrası bir günde yaşamayı.
Beklemenin bilmek olduğunu bilmeselerdi.