BEN, MEHMET AKİF...
Asıl ismim, Mehmet Ragif olup 1873 yılında, İstanbul’da dünyaya gelmişim. Arnavutların Gega koluna mensup bir aileden gelip annem Özbek Türklerinden Emine Şerife Hanım, babam Temiz Tahir Efendi’dir.
İlk tahsilime, dört yaşında, Emir Buhâri Mahalle Mektebi’nde başladığımı hayal meyal hatırlıyorum. Burada iki sene okuduktan sonra 1879 yılının sonunda İptidai Mektebi’ne geçtim. Okulu bitirince Mülkiye Mektebi’ne gittim.
Birinci sınıfta okurken çok sevgili babamı kaybettim. Babamın acısını yaşarken Büyük Fatih Yangını’nda evimizin de yanması üzerine hayata daha kısa yoldan atılabilmek için Mülkiye’yi bırakıp Ziraat ve Baytar Mektebi’ne geçtim ve burayı birincilikle bitirdim.
Tahsilim boyunca yabancı dil derslerine özel ilgim vardı. Bu yüzden büyük bir istekle dört dili, edebiyatıyla birlikte öğrendim.
Fatih Merkez Rüştiyesi’nde iken beni en çok etkileyen insan, hürriyetperver olarak tanınan Türkçe öğretmenim Hersekli Hoca Kadri Efendi idi. Vatan ve millet sevgimin oluşmasında ve pekişmesinde çok büyük etkisi olmuştur.
Bu arada spora da büyük bir ilgim vardı. Mahalle arkadaşım Kıyıcı Osman Pehlivan’dan güreşin inceliklerini öğrendim. Yüzücülük, uzun yürüyüş, koşma ve gülle atma yarışmalarına katıldım ve başarılı sonuçlar aldım.
Baytarlık Mektebi’ni bitirdikten sonra altı ay içinde Kuran’ı ezberleyerek hafız oldum. Bu arada şiirlerim çeşitli dergilerde yayımlanıyor ve çok güzel tepkiler alıyordum.
Memuriyet hayatıma, Ziraat Nezareti’nde, 1893 yılında müfettiş yardımcısı olarak başladım. Teftiş görevi için Rumeli, Anadolu, Arnavutluk ve Arabistan’da bulundum.
Görevimi büyük bir sevgiyle yaptığım için halkla yakın temas imkânım oldu. Hatta, bu görevlerimin birinde babamın doğum yeri olan İpek Kasabası’nı ziyaret edip amcalarımla tanıştım.
Memuriyet hayatına başladıktan beş yıl sonra 1898’de, Tophane-i Amire veznedarı Mehmet Emin Bey’in kızı İsmet Hanım’la evlendim. Cemile, Feride, Suadi, İbrahim Naim, Emin ve Tahir ismini verdiğim altı evladım oldu.
II. Meşrutiyet’in ilânından sonra İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne üye oldum. Bu dönemde Sırat-ı Müstakim dergisinin başyazarı oldum. Sebilü’r-Reşad ismiyle yayın hayatına devam eden bu dergide şiirlerimi ve yazılarımı yayımladım.
Mısırlı bilgin Muhammed Abduh’tan etkilenerek ölene kadar sahip olup anlatmaya çalışacağım “İslâm Birliği” görüşünü benimsedim. Çeşitli okullarda öğretmenlik yaptım.
Yazılarımdaki görüşlerim hükûmetle uyuşmadığı için 1913 yılında memuriyetten ayrılıp Avrupa’ya gittim. Teşkilât-ı Mahsusa’nın görevlendirmesiyle İslâm birliği düşüncesini yaymak için iki yıl Avrupa’da kaldım.
İstanbul’a döndükten kısa bir süre sonra Arabistan’a geçtim. Dönüşte Lübnan’a uğradım. Bu esnada Çanakkale Savaşı’nın zaferle sonuçlandığını öğrenince Türkün özgürlüğe olan düşkünlüğünü, vatan sevgisini büyük bir coşkuyla anlatmaya çalıştığım “Çanakkale Destanı” isimli şiirimi kaleme aldım.
Tekrar İstanbul’a döndüğümde Anadolu’nun birçok yeri işgal edilmişti. Mustafa Kemal’in liderliğinde Millî Mücadele başlamıştı bile.
Ben de İstiklâl Mücadelesi’ni konuşmalarımla ve yazılarımla destekleyince 1920’de, Darü’l-Hikmeti’l-İslâmiye Cemiyeti’ndeki görevimden azledildim.
Mustafa Kemal Paşa’dan gelen davet üzerine oğlum Emin’le 24 Nisan 1920’de Ankara’ya gittim. Kısa bir süre sonra bütün ailemi yanıma aldırdım.
Burdur vekili olarak 1920-23 yılları arasında I. TBMM’de yer aldım. 1921’de Taceddin Dergâhı’na yerleştim ve sonsuza kadar söylenecek olan, millî ruhumuzu canı gönülden yansıtan Türkün bağımsızlık ve varolma azmini anlatan İstiklâl Marşı’nı burada yazdım.
İstiklâl Marşı, 12 Mart 1921 Cumartesi günü, saat 17.45’te Meclis tarafından “Millî Marş”ımız olarak kabul edildi. Ben de ödül olarak verilen 500 lirayı, Hilâl-i Ahmer bünyesindeki Darü’l-Mesai Vakfı’na bağışladım.
İstiklâl Madalyası ile ödüllendirilmeme rağmen bana göre asıl ödülüm, Türk milletinin kalbinde ve dilinde sonsuza dek yaşayacak olan İstiklâl Marşı’nın Millî Marş olarak kabul edilmesidir.
Meşakkatle geçen hayatım, İstanbul’da, 27 Aralık 1936 tarihinde sona ermesine rağmen Türk gençlerinin fikir dünyasında ebediyete kadar yaşayacağıma inanıyor ve bu büyük onuru bana kısmet ettiği için de yüceler yücesi Rabb’ime sonsuz şükür ve hamd u senada bulunuyorum.