Ben güneşi kıskandıran gerçeğim!
Bir fil bir tonluk yükü hortumuyla kolayca kaldırabilir; ama siz hiç bir sirke gidip bu dev yaratıkların sessizce bir kazığa bağlandıklarını gördünüz mü?
Bir fil küçük ve güçsüzken ağır bir zincirle hareketsiz bir demir kazığa bağlanır.
Ne kadar zorlarsa zorlasın zinciri kıramayıp kazığı yerinden oynatamadığını keşfeder.
Sonradan fil ne kadar büyük ve güçlü hale gelirse gelsin yerde duran kazığı gördükçe hareket edemeyeceğine inanmaya devam eder.
Yani fil sınırlarına hapsolmuştur.
Bu yüzden kendi gücünün farkında değildir.
Bir deney odasında, bir kavanozun içinde pirelerin zıpladığını ve kavanoz acık olduğu halde pirelerin dışarıya taşmadığını görürler.
Sizce kapak açık olduğu halde pirelerin özgürlüğe kavuşmamasının nedeni nedir?
Yanıt oldukça basittir.
Deneyi yapan kişi ilk önce pireleri içerisine koyduğu kavanozun kapağını kapatır.
Pireler yükseğe sıçrar ve küçük beyinlerini şiddetle kavanozun kapağına vururlar.
Birkaç sıçramadan sonra pireler o kadar yükseğe sıçramaktan vazgeçer ve bulundukları ortamın keyfini çıkarırlar.
Bir süre sonra kapak açılır ve pireler içeride kalırlar.
Sınırlarına hapsolmuşlardır.
Sorun kapakta saklı değildir.
Sorun inancından, azminden vaz geçen bir korkaklıkta saklıdır.
Bir deniz akvaryumunda vahşi bir “barracuda” gördüğü uskumrulara saldırmaya çalışır ama araya konulan bölme ona engel olur.
Burnu bu engel defalarca çarptıktan sonra denemekten vazgeçer.
Sonra aradaki bölme kaldırılır.
Ama “barracuda” yalnızca bölmenin olduğu yere kadar yüzer ve durur.
Bölmenin halen orada olduğunu düşünür.
Yani barracuda da sınırlarına hapsolmuştur.
Sorun aradaki bölmede değil, olmayan düşüncededir.
Aslında bu sınır meselesi insanlarda da vardır.
Birçok insan ise hem yetişkin fil gibi, hem küçük beyinli pire gibi, hem de balık aklı ile düşüncelere, hareketlere ve sonuçlara hapis olmuşlardır.
Asla kendi koydukları sınırların ötesine geçemezler.
Gelişimlere, yeniliklere korkaklığı veya bulunduğu yerdeki rahatlığından kapalıdırlar.
Siyasette de böyledir!
Çoğu siyasi tiplerin üretkensizliğinin perde arkasında yatan şeylerin sebebi sınırlarına mahkûm olmasından saklıdır.
-Barajı geçmeyi başarı sayanlar gibi
- “Yenildik ama haklıydık” felsefesin de kendine teselli arayanlar gibi.
- Parti başkanlığını bırakınca, partisinin yetim kalacağını düşünenler gibi.
Bir de sınırlarına mahkûm olmuş seçmenler vardır.
Onlarında içinden geldiği gelenek her birinin lider olmasını tetiklemesine rağmen, nedense başarısızlığa mahkûm bir halde “lidere sadakat” diyerek, kabuğunuz kıramamaktadırlar.
Bunun en güzel örneği; MHP`dir!
MHP`nin aldığı sonuç üzerinde an çok tartışılan konudur.
Ve AKP`nin başarısından MHP sorumlu tutulmaktadır.
Bu demek ki, ülkenin halen beklentisi, çözüm arayışı MHP`de saklıdır.
MHP`de değişimi isteyenler 20 yıllık bir sınırlanmaya isyan etmektedirler.
Mevcut durumdan memnun olanlar ise bu değişim isteyenlerin bir bölümüne” HAİN” olarak, büyük çoğunluğuna “MHP`ye Oy vermeyenler ” olarak suçlamakta ve “sizin ne haddinize ?“ demektedir.
Bu eleştirilerin küçük bir bölümünü de samimi bulmaktadırlar.
Bu tepkilerin en anlamsızı “MHP`ye oy vermediniz, sizin ne haddiniz eleştirme?” yaklaşımıdır.
MHP`nin oyu %7-9 arasıdır.
Partinin başında kim olursa olsun bu durum asla şaşmaz.
Demek ki başarı için, asıl mesele MHP`li olmayanların oyunu almakta saklıdır.
Bu yüzden elbette ki MHP`yi en çok oy vermeyenler eleştirecektir ve en çok bunlar dikkate alınacaktır.
Birisi sizi eleştiriyorsa o artık hedef kitledir.
Ben olsam eleştiren herkesi tek tek fişleyeceğime, ayağına gider “gel kardeşim ne istiyorsan birlikte yapalım “derim.
MHP`ye oy vermeyenleri "siz kimsiniz?" diye yargılamak sonuca mahkûm olmak demektir.
Bu mahkûmiyetten memnun olanların iç dünyasında ise; statükolarını koruma çabası vardır.
Bu durumdan memnun olan Türk Düşmanları olayı “bunlar bitti” olarak değerlendirilmektedir.
Ben artık bu yazılarımdan dolayı; `HAİN` mi, yoksa `samimi eleştirenler ` sınıfında olarak mı eleştirilirim bilmem.
Ama siyasi sonuçlara bakarak,” ÜLKÜCÜLER BİTTİ “ diyenlere bir dörtlükle cevap vermeyi de kendime namus sayarım;
Bana, -sen yoksun, sen öldün- diyorlar.
Bu kör acuna inat yedi iklimdeyim,
İşte ellerini tutuyorum yaşanmamış bir çağın,
Ben güneşi kıskandıran gerçeğim. D. Cebeci