Dünyayı değiştiren ikinci dünya savaşı sonrasında Nazi Almanya’sının yenilgisiyle sıcak savaş dönemi yerini soğuk savaşa bırakmıştır. 1990’ların başında Sovyet Rusya’nın çözülmesi ve Berlin duvarının yıkılmasıyla da soğuk savaş dönemi sona ermiştir.
Günümüzde yaşanan sıcak çatışmaların dışında o tarihten beridir psikolojik harp dönemine geçilmiş ve kitlesel iletişim araçları silah gibi kullanılmaya başlanmıştır. Psikolojik harbin temelini oluşturan yalana dayalı propagandalar yoğun bir şekilde tekrar edilerek toplumsal hafıza baskı altına alınarak kontrol edilmeye, yönetilmeye başlanmıştır.
Üç yıl evvel provası yapılan salgın (Covid -19) ve açlık gibi yeni yöntemler geliştirilerek psikolojik harbe yeni bir boyut kazandırılmıştır. Günümüzde artık sıcak cephe savaşının yerini zihinleri kontrol eden ve yöneten psikolojik harp almıştır. Son yüzyılda kitle iletişim araçlarındaki gelişmeler sayesinde propagandanın hedef kitlesi de genişletilmiş, Goebbels’in prensipleri daha da önem kazanmaya başlamıştır. Psikolojik harbin temel ilkelerini ise Nazi Almanya’sı döneminde Hitler’in propaganda bakanlığını yapan Dr. Paul Joseph Goebbels’in metodu oluşturmaktadır.
Goebbels’in “Büyük Yalan Tekniği”ne dayalı propaganda metodu gerek devletlerarasında ve gerek ülkelerin iç siyasetinde 1933’ten beridir kullanılmaktadır. Goebbels’in kendi metodunu kaleme aldığı “Büyük Yalanlar” adlı kitabında ki temeli yalana dayalı propaganda tekniklerinden bazıları şu şekildedir:
- Yeterince büyük bir yalan söyler ve onu tekrar etmeye devam ederseniz, insanlar sonunda ona inanmaya başlayacaktır.
- Propaganda esnasında yalan söyleyin, inananlar olacaktır. Şayet başarısız olduysanız devam edin. Bir şeyi tekrarladığınız sürece insanların ona inanma oranı da artacaktır.
- Propaganda da kullanılan yalanlar ne kadar büyük olursa insanların onlara inanması kolaylaşır, yalanın da etkisini arttırır.
- Halkın zihni her zaman sıcak tutulmalıdır. Soğumasına ve işlerin olağan akışına dönmesine izin verilmemelidir.
- Hukuk ve yargı sisteminin devletin efendisi olmasına izin vermeyin.
Goobbels’in, yalana dayalı propaganda tekniği öylesine etkili olmuştur ki, ikinci dünya savaşını sona erdirecek ve Hitler diktatörlüğünü tarihin çöplüğüne atacak olan Sovyet Rusya, Berlin’i kuşatmasına rağmen Alman kamuoyu halen savaşı kazanacağına inanmaktaydı. İnsan zihnini yönlendirerek yalanları gerçeklerin yerine koymaya çalışan Goebbels metodu, 2002’de iktidara taşınan AKP tarafından hem iç hem de dış siyasette yoğun bir şekilde kullanmaktadır.
AKP’nin yalana dayalı Goebbels metodu
AKP, propagandasını yalan ve toptan inkârcılık üzerine inşa etmiş ve iktidarlığını tehlikeye sokacak hadiseleri Goebbels metodu ile aşmıştır. Neredeyse her konuda yalana başvuran Erdoğan, sahiplendiği Ergenekon kumpasını, Fethullah Gülen ile olan işbirliğini, 17 / 25 Aralık Yolsuzluk ve Rüşvet Operasyonunu ve kurgusal 15 Temmuz darbe girişimi gibi önemli hadiselerde ki gerçeklerin ortaya çıkmasıyla “kandırıldım, aldatıldım” yalanına başvurmuş ve bu yalanı tekrar ederek kamuoyunun büyük çoğunluğunu ikna etmiştir. Öyle ki, kirli ilişkilerini ortalığa döken 17 / 25 Aralık Yolsuzluk ve Rüşvet Operasyonunun ortaya çıkmasıyla neredeyse tüm yurdu dolaşmış, sesi kısılana kadar aynı yalanlar üzerinden propagandasını tekrarlamıştır. Bunun yanı sıra doğalgazın bulunması, AKP’den önce televizyon, buzdolabı, havalimanı olmadığı ve tüm bunların iktidarlıkları döneminde yapıldığı gibi pek çok konuda akla, mantığa takla attıracak irili ufaklı yalanlara başvurmuştur. Goebbels metodu, sanıldığının aksine Erdoğan tarafından değil, onu perde gerisinden yöneten kadro tarafından hazırlanmaktadır. Bu kadro aynı zamanda Erdoğan’ın zihin kontrolünü de yapmaktadır. Öyle ki, yazdıkları metinlerin aynısını birkaç yıl aradan sonra tekrar önüne koymalarına rağmen Erdoğan, bu durumun farkına varamayacak kadar zihni boşaltılmıştır. Erdoğan’ın metin okumaları ile doğaçlama konuşmaları karşılaştırıldığında fark ciddi şekilde görülecektir. Konular farklı olmasına rağmen metin okumalarında neredeyse aynı argümanları kullanırken, doğaçlama konuşmalarında ise tutuk, ne söyleyeceğini kestiremeyen, anlaşılamayan bir tutum sergilemektedir. Bu işaretler Erdoğan’ın zihninin kontrol altına alındığına ve yönlendirildiğine dair en somut işaretlerdir.
Goebbels metodu yalnız kamuoyuna yönelik değil, başta muhalif siyasi partiler olmak üzere AKP’ye muhalefet eden herkese karşı kullanılmaktadır. Örneğin; toplumun tüm kesimi tarafından uzun süre gündem konusu olan diplomasının olmadığına dair iddiaları, diplomasını kamuoyuna göstererek kesin olarak çürütmek yerine Marmara Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi’nden mezun olduğunu söyleyerek geçiştirerek gündemden düşürmüştür. Üniversite mezunu olmadığı, yüksek okul mezunu olduğu yönündeki bu iddiaların yanı sıra diplomasının incelenmesi hususunda yapılan başvuruların Yüksek Seçim Kurulu tarafından reddedilmesi manidar olduğu kadar da düşündürücüdür. Kurulun bu tavrı, Erdoğan’ın üniversite mezunu olmadığı iddiasını güçlendirmektedir. Bu iddiaların gerçek çıkması durumunda daha vahim sonuçlar ortaya çıkacaktır. Çünkü Anayasa’da Cumhurbaşkanının görev, yetki ve niteliklerini düzenleyen 101. Maddede Cumhurbaşkanının nitelikleri açıkça belirtilmiştir. Bu maddeye göre cumhurbaşkanı adayı kırk yaşını doldurmuş, yükseköğrenim görmüş olmalıdır. Şayet Erdoğan anayasada belirtilen bu kriterlere uymuyor ise hem anayasa suçu işlemiş olacaktır hem de Cumhurbaşkanlığı döneminde aldığı bütün kararlar hukuken geçersiz sayılacaktır.
Erdoğan’a göre AKP diyen edepsizdir
Birçoğunuzun hatırlayacağı üzere Erdoğan, partisi Adalet ve Kalkınma Partisi’ne kısaca AKP diyenleri meydan kürsülerinden edepsizlikle suçlayarak sert çıkışlar yapmıştı. Edepsizlik; sözlük anlamı olarak utanmazca davranış anlamına gelmektedir. Bir partinin kısaltılmış adıyla anılması AKP’ye özgü olmadığı gibi utanmazlıkla doğrudan ya da dolaylı hiçbir şekilde ilişkilendirilmesi söz konusu değildir. Buna rağmen AKP’yi “Ak Parti” şeklinde kamuoyuna dikte ettirmeye çalışan Erdoğan’ın ana muhalefet partisi CHP’yi, CEHAPE şeklinde nitelendirmesi ve hatta AKP diyenlere öfkelenip, edepsizlikle suçlaması sıradan bir tavır değildir. Burada ki amaç, partiyi kamuoyu zihninde aklamaktır. Erdoğan, bu taktiğinde de başarılı olmuş ve birçok muhalif, AKP yerine “Ak Parti” demeye başlamış, tavır ve söylemlerinde yumuşamalar olmuş ve hatta AKP’yi savunacak duruma gelmişlerdir. İşte Erdoğan’ın ısrarla “Ak Parti” demesinin başlıca nedeni de budur. Kaldı ki, eğer doğru ifade edilecekse eğer Erdoğan’ın CEHAPE demesi de yanlıştır. Doğrusu CUHAPA olmalıdır. Bu durumda hem AKP, hem de Ak Parti’de doğru bir ifade şekli olmayacaktır. Bunun da doğru telaffuzu ADKAPA olmalıdır. Fakat başından beridir üzerinde durduğumuz üzere asıl amaç doğruların yerine yanlışları koymak ve kamuoyunu inanana, ikna edene kadar yalanı ve manipülasyonu sürdürmektir.
Gerek parti kadrosunun ve gerekse bizzat Erdoğan’ın psikolojik harp yöntemleri karşısında Kemal Kılıçdaroğlu, tüm seçimleri kaybettiği gibi psikolojik savaşı da kaybetmiştir. Erdoğan’ın “Bay Kemal” şeklinde ki alaysı, küçük düşüren hitap şeklini öylesine kanıksamıştır ki AKP’ye veya Erdoğan’a yanıt verirken ya da eleştiriler yöneltirken kendisinden “Bay Kemal” olarak söz etmektedir. Kılıçdaroğlu’nun bu tutumu ne ironi ne de alaysılamaya karşı bir tavır değil, Erdoğan tarafından sürekli olarak tekrarlanan psikolojik saldırıdan aldığı olumlu sonucun somut göstergesidir. Bilim dalından kopartılıp varoşların sokak söylemine dönüştürülen siyaset arenasında yalnız Kılıçdaroğlu değil diğer partilerde AKP’nin böylesine basit ve sığ politikasını kavrayamadığı için AKP, kamuoyu hafızasını manipüle ederek çok rahatlıkla gündemi değiştirebiliyor, konuyu gündemden düşürebiliyor. Her durumda girdiği psikolojik harpten başarıyla çıkan AKP, kontrolü ve tartışmayı lehine çevirirken rakiplerine ise havanda su dövmek kalıyor.