Ne kadar güçlü görünürse görünsün, masumiyet karinesine Başbakan’ın da ihtiyacı var. Mızrağın çuvala sığmayan kısmını bağırıp-çağırıp gürültüye getirerek kapatması mümkün değil.
Biz yine de bu gürültüyü “suç bastırma” olarak yorumlamak yerine somut delillere bakmalıyız. Şayet AK Parti’nin finans kaynakları arasında bir dış kaynak mevcutsa, Siyasî Partiler Kanunu’nun 101/c hükmüne göre kapatma gerekçesi oluşmuş demektir. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, uygun delillerle Anayasa Mahkemesi’nin önüne bir iddianame koyarsa, AK Parti kapatılabilir. Üstelik bu kapatma kararı demokrasiye değil, yolsuzluğa karşı verilmiş olur. 2008’de kapatma davası açıldığında AK Parti savunmasının, laiklik tanımı ve arka planı hakkındaki bölümü benim kalemimden çıkmıştı. Bu sefer yolsuzluktan dolayı bir dava açılırsa, Başbakan nezdindeki ilmî kifayetimin verilecek kararı değiştirmeye yetmeyeceği aşikâr.
Başbakan’ın, hükümetinin veya partisinin yolsuzluk yapıp yapmadığına, aralarında Yüce Divan’ın yer aldığı mahkemeler karar verecek. Önümüzdeki günlerde CHP genel başkanı, elinde bulunan ve Hükümet’in Meclis’e gelmesini engellediği Yolsuzluk Fezlekesi’ni kamuoyunun bilgisine sunabilir. ATV-Sabah devrini içeren savcılık fezlekesinin diğer bölümleri yayımlanabilir. Bizler de elimizdeki bilgi kırıntılarını bir araya getirerek siyasî sonuçlar çıkartabiliriz. Üstelik Başbakan’ın öfke patlamaları arasına sıkıştırdığı, yolsuzluktan ne anladığına dair anlayışı ve yaptığı bazı tanımlar da bize yol gösterebilir.
Başbakan’ın beni “paralel devletin uşağı” ilan ettiği konuşmasının bir yerinde kullandığı rüşvet tanımı bunlardan biri: “Rüşvet, bir memur ile sivilin iş tutmasıdır.” diyor. Başbakan’ın içinde yer aldığı hiçbir işlem bu tanıma girmediğine göre, “Başbakan yolsuzluk yapmadı” dememiz gerekecek. Ancak öncelikle kamu erkini kullanarak yapılan yolsuzlukların rüşvetten ibaret olmadığını hatırlatalım. Para mukabili yapılan kanunsuz işe rüşvet diyoruz. Kanuna uygun ise ve yine de çıkar temin edilmişse? O zaman “irtikap” adını veriyoruz. Devletin ekonomik iktidar araçlarını kullanarak yolsuzluk yapmanın birçok yolu var. Ancak Başbakan, bize başka ipuçları da veriyor. “Kul hakkına dokunmamak” veya “hayır işlerine harcamak” gibi. Başbakan’ın yolsuzluk tanımı rüşvet ile sınırlı ve o da memur ve sivil arasında ise, soruşturmanın selameti için kamu erki kullanılarak yapılan suiistimaller hakkında toplumun da siyasetçilerin de bilgilerini tazelemesi lazım. AB bünyesinde GRECO (Group of States against Corruption) raporlarına bakılabilir. Ayrıca “AB üyelik sürecinde siyasî kriter olarak yolsuzluk karşıtı ölçüler” konusunda standartlar var.
Fezlekede yer alan Sabah-ATV satışı için kurulan ilişkiler, şayet doğru ise basit bir yolsuzluğu değil, yolsuzluk üzerine inşa edilmiş bir siyasî düzeni haber veriyor. İktidar partisi, hükümeti elinde tutacak ve kamuoyunu etkileyecek araçları doğrudan kamu kaynaklarını kullanarak finanse ediyor. Kamu ihalesi alarak ve kamu bankalarından kredi kullanarak medya karteli oluşturmak, işadamları ve iktidarın demokrasiyi iptal ederek kalıcı bir oligarşi kurmaları demek. Başbakan’ın sığındığı sandığı ve millî iradeyi toptan değersiz ve anlamsız kılacak kadar ciddi bir siyasî yolsuzluktur bu. Bu yolsuzluğun şahikasını Star’ın medya grup başkanı dünkü köşesinde “% 50’nin medyası olmasın mı?” sorusu ile gösteriyor. Ne dersiniz? Olsun mu? Elbette olsun. Tek şartla: Devletin parasını ve ekonomik gücünü kullanmayacaksın. Eğer iktidar partisini destekleyen medya, kamu kaynaklarından finanse ediliyorsa bunun adına dünyanın her yerinde siyasî yolsuzluk ismi verilir ve üzerlerine düşen istifa etmekten ibarettir.
Hayrettin Karaman’ın köşesinde rüşvete fetva vermediğini tekrarlamasının, Star Gazetesi’nin medya grup başkanının kamu kaynaklarını kullanarak medya organlarını yönetmesine hiç etkisi yok. Ali Bulaç’ın 27 Ocak’taki yazısı, Başbakan’ın rüşvet tanımından sonra tekrar okunmalı.
Demek ki Başbakan’ımızın tarif ettiği şekilde rüşvet almadığından ve böylece yolsuzluk yapmadığından hepimiz emin olabiliriz.