Mustafa Kemal Atatürk'ün naaşının bulunduğu tabut 10 Kasım 1953'te Anıtkabir'e naklinden bir gün önce açıldı. Ulu önderin yüzü, yapılan tahnit işleminin başarısı nedeniyle vefatından 15 yıl sonra bile hasta yatağında sanki uyuyormuş gibi duruyordu.
Atatürk'ün naaşı, Anıtkabir'deki ebedi istirahatgahına nakli öncesinde Etnografya Müzesi'ndeki geçici kabirde tutuldu. Naaş, 10 Kasım 1953'te Anıtkabir'e törenle nakledildi.
Ali Güler'in Sarı Paşa - İnsan Atatürk kitabında yer verilen bilgiye göre, Profesör Kamile Şevki Mutlu, Atatürk'ün Anıtkabir'e naklinden önce tabutunun açılması anını şöyle anlattı:
"Yüksek Sanat Okulu grubundan gül ağacı tabutun kapağını açmalarını rica ediyorum. Ne çevik ve enerjik bir çalışma. Vidaların sökülmesi dakika sürmüyor. Eşimin ve öbürlerinin yardımıyla katafalka çıkıyorum. Gül ağacı tabut içinde her yanı lehimli galvaniz tabut görünüyor. Bunun kapağının yalnız üç kenarında lehimin sökülmesini istiyorum. Bu da hemen yerine getiriliyor."
Lehimi sökülmeyen kenarın da dışa çevrilerek kapağın açılmasıyla derin bir rahatlığa kavuşuyorum. Duyduğum rahatlığın nedeni naaş ile galvaniz tabut arasındaki boşlukları silme dolduran ince tahta tozunun ıpıslak oluşu ve koruyucu eriyikteki şimik maddelerin kokusunu almış olmam coşkum artıyor. Demek Ata'nın fizik varlığını hiç bozulmamış olarak yaşamının sona erdiği anda nasılsa öylece görebileceğim. Oysa kulaklarımıza ne söylentiler gelmişti."
"Konservasion iyi yapılmamış. Çürüyüp bozulma sonucu meydana gelen fazlarla tabut patlamış, nöbetçi er kokusundan bayılmış ve daha neler..."
Meclis Başkanı Ata'nın yüzünü görünce bayıldı!
Bu dedikodulardan yıllarca bir doktor ve bir patalog olarak nasıl üzülmüşüm. Şimdi ise şu ıslak tahta tozu ve şimik maddelerin özel kokuları bana her işin yolunda yapılmış olduğunu kesin olarak haber veriyordu.
Tahta tozu tabutun ayak yönüne doğru toplandı. Naaş kahverengi muşamba ile sarılı olarak göründü. Yüzünü örten ıslak pamuk kitlesi kaldırılınca Ata'nın heykel gibi duran yüzü ile karşılaştım. Ata ve eseri bir an birbirimize bakıştık sanki... Uzun sarı saçlarından ince bir tutam sol göz kapağının üstüne düşmüş. Ata sanki yıllarca önce Dolmabahçe Sarayı'ndaki hasta yatağında uyuyor...
Ağzımdan hemen şu sözler döküldü: bu konservasyonu Gülhane Askeri Tıp Akademisi'nin eski hocalarından Profesör Lütfi Aksu yapmıştı, kendisi de iki yıl önce öldü, nur içinde yatsın... Evet, ideal bir konservasyondu bu. Sayın hoca konservasyon eriğinden iki şişe doldurup ağızlarını lehimlemiş, üzerine yapıştırdığı etiketlerine eriğin kimyasal yapısını yazmayı bile unutmamış ve şişeleri Ata'nın koltuklarına yerleştirmişti.
Başımı iki yana çevirdiğim zaman kimse nefes bile almıyor sandım. Aşağıda duran komite üyelerine;
(Yüzünü görmek ister misiniz?) dedim.
Ansızın bir fısıltıyla karışan geri çekilir gibi bir hareket ve sonra yine derin sessizlik. Saygı duruşundaki subaylara varıncaya değin herkesin bir bir katafalka çıktığını, hele Meclis Başkanı Abdulhalik Renda'nın Ata'nın yüzü ile karşılaşır karşılaşmaz tabutun yanına yığıldığını unutmam... O sırada Doçent Cahit Özden elimi öpüyor ve coşkuyla (Hocam sağ olun bana bu günü yaşattınız) diyor.
Komite üyelerine naaşın tahta tabuta hemen o gün konulmasının sakıncalarını ve bu işin Anıtkabir'e götürme törenin yapılacağı ertesi sabahın erken saatlerine bırakılmasının bilimsel zorunluluğunu açıklıyorum. Numune Hastanesi'ne gönderdiğim Doktor Şerif Yazgan'a bir miktar fiksatör hazırlatıp galvaniz tabut içine ekliyoruz. Kapak yeniden lehimleniyor, üzerine gül ağacından tabut kapağını da koydurtuyorum ve oradan ayrılıyoruz."
siyasetcafe.com