2. Büyük Savaş sırasında dünyanın kaderini değiştirebilecek bilgilere ulaşan, Nazi Almanyası hesabına casusluk yapan İlyas (Elyasa) Bazna, Priştina doğumlu Osmanlı vatandaşıydı.
İkinci Dünya Savaşı’nın en önemli casusluk olayı Ankara’da yaşandı. Kimi çevrelerce ‘bin yılın’, kimilerince ‘son yüzyılın’ en büyük/etkin casusu İlyas (Elyasa) Bazna’ydı. Bazna; Türk istihbaratına göre Türk; Alman istihbaratına bakılırsa Arnavut asıllıydı. MİT’in resmi yayına göre Türk orijinliydi; Türk İstihbaratı’na da çalıştığı iddiası doğrulandı. Türkiye’nin 2. Dünya Savaşı’na girmemesinde önemli roller üstlenmişti/oynamıştı.
İlyas (Elyasa) Bazna
İlyas Bazna; 1904’de Kosova’nın başkenti Priştine’de dünyaya geldi. Babası, Hafız Yaşar Efendi din adamıydı. Sırplar 1918’de Priştine’yi işgal edince, aile varını yoğunu satıp İstanbul’a hicret etti. Bazna eğitimini yarım bıraktı; askere alınmadan Fransa’ya iş bulmak için gittiyse de dikiş tutturamadı. Yarım yamalak Fransızca öğrendi. Fransız hapishanelerinde tutuklu kaldıysa da sebebini açıklamadı. Sırpça bildiğini söylerdi. Ama İngilizcesi mükemmelse de kimse bilmezdi, bilinmesini de istemezdi. Askerliğini Çankaya Köşkü’nde, Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Paşa’nın mahiyetinde yaptı. Mutfağa yardım etti; araba kullandı; daha çok da piyano eşliğinde söylediği opera parçalarıyla hatırlandı. Sesi çok güzel değildi; Batı müziğine, özellikle de operaya tutku derecesinde meraklıydı. Opera sanatçısı olmayı hayal ederdi.
Kendisini müzik adamı sanırdı. Ayak işlerine koşturmayı severdi. Askerlik sonrası da bildiği işe devam etti. Zengin evlerinde, elçilik kançılaryalarında çalıştı. Şoförlük veya özel uşaklık işleri buldu. Yugoslavya Krallığı, ABD, Almanya ve İngiltere Büyükelçiliklerinde çalıştı. Aptal, yarı saf görünüşüyle dikkat çekmez; yanında mahrem konular rahatlıkla konuşulabilirdi. Efendisine sadakati, istenileni hemen ve beklenildiği şekilde yapması, şahsına duyulan güveni sağlardı. 1930 ile 1944 arasında, bozkırın ortasında yeni kurulan Ankara’nın bütün gelişimini/olaylarını izledi. Ankara Palas’ın, Karpiç Lokantası’nın önemli simalarını hafızasına kazıdı. Dikkat çekmese de, çevresinde gelişen hadiselere karşı aşırı meraklıydı; öğrenme temayülü (tecessüs!) en büyük zayıflığıydı/(belki de!) sermayesiydi. Özel mektupları açmayı, mahrem konuşmaları dinlemeyi/kulak kabartmayı pek severdi. Ankara’daki Alman Büyükelçiliği’nin Müsteşarı Albert Jenke, İlyas Bazna’yı suçüstü yakaladı: Mektuplarını okuyordu. Hemen işine son verdi.
İlyas Bazna için iş bulmak zor değildi; Allah’ın şanslı kullarından sayılırdı. Eşekten düşmüştü; ama ata binecekti. Alman Büyükelçiliği’nden kovulduktan sonra İngiltere Büyükelçiliği’nin kapısını çaldı. Üzerinde ‘özel uşak!’ yazılı kartvizitini uzattı; hemen işe alındı. Büyükelçi Sir Hughe Knatchbull-Hugessen'in hizmetine bakacaktı.
Sir Hughe Knatchbull
Büyükelçi, diğer meslektaşlarıyla kıyaslandığında yaşlılığıyla/tecrübesiyle dikkat çekerdi. Kişisel rahatına/konforuna fazla düşkündü; her akşam yatmadan piyanosunun başına geçerdi. Savruk ve dikkatsiz de sayılırdı; çok önemli/mahrem yazışmaları deri çantasına koyar ve makam masasının iç tarafına bırakırdı. Çantanın kilidi bile açık kalırdı. Bazen de çekmecesine yerleştirirdi; fakat kilitlemezdi. Aklına gelir, evrakın önemini hatırlarsa, yine çalışma odasındaki demir döküm kasaya koyardı. Kasanın nadide anahtarını bir kolye gibi boynuna asardı ve hiç çıkarmazdı.
İlyas Bazna hemen bir durum değerlendirmesi yaptı. Yeni efendisinin gözüne girmenin yollarını araştırdı; buldu. Sir Hugessen piyano çalarken eşlik ederdi. Bildiği aryaları usulüne uygun seslendirmeye çalışırdı. Böylece en büyük/önemli hayalini de gerçekleştirir; kendini mutlu hissederdi. Efendisi her gece yatağa girmeden önce sıcak duş alırdı; haftada birkaç kez de kese yaptırırdı. Türk usulü banyonun keyfini/yararını hemen öğrenmiş, alışıvermişti. Banza’nın kese mesaisinden sonra da en rahat /derin uykularına gömülürdü.
Özel uşak Bazna; Büyükelçi Sir Hugessen’i piyano egzersizlerinde bazen yalnız bırakırdı. Çalışma odasında duran maun masanın - altına veya çekmeceye! - bırakılan deri çantanın içindekilerini merak ederdi. Kançılaryanın her yanında rahatlıkla dolaşır; istediği odaya girer; elçiliğin bütün ampullerini yanık bıraksa dikkat çekmezdi. Sanki şeytan tüyü taşırdı; herkesi kendisine güvendirmek gibi meziyet sahibiydi. Bir gece şeytanın sesine uydu. Büyükelçi’nin makam odasına girip çantayı açtı. Gördükleri karşısında nutku tutuldu; son derece önemli ve gizli belgeler avuçlarındaydı. Bazıları tarihin gidişini değiştirebilirdi. O anda kafasında şimşek çaktı: Belgelerin fotoğraflarını çekip satabilir ve deve yüküyle para kazanabilirdi. Zaten İngilizleri günahı kadar sevmezdi. Birinci Dünya Savaşı’nda bazı akrabaları İngiliz kuvvetlerince öldürülmüştü. Hem intikam alabilir, hem de paraya doyabilirdi. Hem İngilizce bildiğini kimseye sezdirmemişti; kendi halinde, etliye sütlüye karışmayan, hafif aptal/saf görünümlü uşak portresini başarıyla çizmişti/sürdürmüştü. 40 yaşına giriyordu; ileriki yıllarını güvence altına almak istiyordu. Ana yaşından daha büyük görünüyordu. Resmi biyografisinde Fransa’da hapis yattığı ve çok sıkıntı çektiği yazılmıştı. Alnındaki kırışıklıklar hayatının zorluklarını hatırlatırdı.
Bol para kazanmayı kafasına sokmuştu. Hemen ertesi gün, 26 Ekim 1943’de Almanya’nın Ankara Büyükelçiliği’nin kapısına dayandı. Alman istihbaratının önemli adamlarından Ludwig Moyzisch'e başvurdu. Kendisini kovan, Büyükelçilik Müsteşarı Albert Jenke ile görüştürmesini istedi. Jenke; Büyükelçi Von Papen’den daha popüler ve etkindi. Dışişleri Bakanı Robbentrop’un kız kardeşinin kocasıydı; dolayısıyla ‘eniştelik yetkisi’ne de sahipti. Gördüklerini, okuduklarını aldığı notlardan tek tek anlaşılır vaziyette anlattı. Zengin altın damarı keşfetmişti; parası karşılığında çıkaracağı cevheri devretmek/satmak niyetindeydi. Umduğundan iyi karşılandı. Belgelerin resimlerinin çekilmesi için Leica makine ve Jenke film ruloları verildi. Kısa sürede nasıl başarılı resim çekebileceği de gösterildi/öğretildi. Bir de kod adı verildi: ÇİÇERO…
Albert Jenke
İlyas Bazna; casusluk eğitimi almamıştı. Maceraperest yapısı, şüphe uyandırmayan görünüşü, dünyanın kaderini değiştirebilecek bilgilere kolayca ulaşmasını sağlamıştı. Her ruloda 20 fotoğraf çekilebiliyordu. Bazna hizmetine karşılık rulo başına 20 bin İngiliz sterlini isteyecekti. İlk transfer/takas iki tarafı da memnun etti. Çalışma ilerledikçe, 52 çok gizli dosya Almanların arşivine girdi. Dosyalar arasında, Türkiye’deki İngiliz ajanların tam listesi, Türkiye-İngiltere arasında karşılıklı imza altına alınmış gizli anlaşmalar, Sovyetler Birliği’nin müttefikler talep ettiği silah ve mühimmatın en ince detaylarına kadar her şey vardı. Çiçero’nun altın cevherinin ne kadar zengin olduğu ortaya çıkınca, elindeki makinenin modeli de yükseltildi. Belgeler ilgi görünce, Bazna da fiyatını artırdı. Büyükelçi Von Papen, Berlin’e bir mesaj yollayıp, ellerinde nakit kalmadığını, acıl destek verilmesini yazdı. Nazi yönetimi, Ankara’daki büyükelçiliği baş üstünde tutuyordu; hemen diplomatik kurye ile bir sandık gönderdi. Banknot matbaasından yeni çıkmış, gıcır gıcır İngiliz sterlinleriyle doluydu.
Ama iki tarafın ilişkisinde bazı sorunlar göze çarpıyordu. Nazi istihbaratı, Bazna’nın sağladığı hayati bilgilere kesinkes güven(e)miyordu. Mesela bir belgede, Nazi işgali altındaki Sofya’nın - Ocak 1944’de! - Sovyet savaş uçakları tarafından bombalanacağı yazılıydı. Saldırı Norveç tarafından bekleniyordu. Sofya’ya hiçbir savunma hazırlığı yapılmadı. Raporda yazılan aynen çıktı: Sovyet savaş uçakları Sofya’ya ağır zayiat verdirdi: 4 bin kişi hayatını yitirdi, şehir harabeye döndü. Ama Çiçero’nun istihbaratı doğrulandı.
Yazımızın ikinci bölümü yarın yayınlanacaktır...
ALİ HİKMET İNCE
SİYASETCAFE.COM