Normal şartlarda Türkiye’nin içerisinde bulunduğu şartlarda muhalefet partilerinin “Erken seçim” diye ortalığı yıkması gerekirken uzunca bir süre bunu hiç dile getirmeyip son dönemlerde ise cılız ve çok yüksek olmayan perdeden kısık sesle konuşmaya başladığını görüyoruz.
Bu aslında muhalefetin “Biz hiçbir şey yapmayalım, AKP kendisi yıpranarak kan kaybetmeye devam ederek kendiliğinden yıkılsın” şeklinde özetlenecek bir stratejinin ürünü.
Ancak son yapılan anketler göstermekte ki muhalefetin bu “SAÇMA” stratejik dehası (!) hiç de beklenildiği gibi sonuçlar vermiyor.
Son olarak hem MAK hem de AREA Araştırma şirketleri anket sonuçlarını kamuoyu ile paylaştı.
Son anketlerde de görülen tablo şu ki; evet AKP özellikle yerel seçimler sonrası hızla bir kan kaybı süreci yaşadı ancak son 3 aya bakıldığında AKP %46-48 bandından gerileyerek geldiği %32-34 bandında tutunmayı başarmış görünüyor…
Tabii %14’lere varan bu oy kaybı AKP için çok ciddi bir kayıp ve çok güçlü bir alarm zili anlamına gelse de işin daha garip ve aslında daha da acı yanı şu ki AKP bu kadar ciddi oy kaybı yaşarken muhalefetin oylarında bir yükseliş yok.
CHP son 6 aydır %22-25 bandı arasına takılmış kalmış durumda, en fazla oy kazanan muhalefet partisi durumundaki İYİ PARTİ’nin bile oy oranı %11-13 bandı arasında, HDP ise %9-11 bandında dolaşıp duruyor.
Yeni kurulan DEVA ve GELECEK PARTİSİ de %2’ler civarında…
Lakin bu 2 partinin kuruluş aşamalarının hemen ardından pandemi süreci başladığı için henüz hiç sahaya çıkamadığı, alana inemediği düşünüldüğünde bu oy oranı bile makul olarak değerlendirilebilir.
Buradan çıkan sonuç nettir; AKP kan kaybetse de bugünkü muhalefet partileri toplumda bir “Umudun” adı molamamakta, insanlar tarafından bu kadar kötü yönetilen bir ülkede dahi bir alternatif olarak görülmemektedir.
Muhalefetin bu beceriksiz, sinik, kendi siyasi çıkarlarına odaklı yapısı vatandaşta “Tamam AKP’ye oy vermeyeyim de kime oy vereyim? Ülkeyi bunlar mı yönetecek?” cümlesi ile vücut bulmaktadır.
Muhalefet bu “Hiçbir şey yapmayalım, nasıl olsa AKP kendiliğinden yıkılacak” kafası ile hareket etmeye devam ettiği müddetçe AKP’yi yıkması olası gözükmemektedir.
Görünen tabloda bir önemli veri AKP’den kopan seçmenin büyük bölümünün şu an için bir dahaki seçimde hangi partiye oy vereceğine karar vermemiş olduğu ve “KARARSIZLAR” hanesindeki o yüksek rakamlara dahil olduğu şeklindedir.
Ancak burada yine anketlerdeki bir başka veriyi dikkatle okumak gerekir…
O veri ise AKP’nin oyları %32-34 bandına düşerken, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “Yarın Cumhurbaşkanlığı seçimi olsa kime oy verirsiniz?” şeklindeki sorularda oyunun halen %42-43 bandında olmasıdır.
Yani Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın kendi oyu partisinin oyundan %10 fazladır.
Bu veri şu açıdan önem taşımaktadır:
Yapılan anketler partilerin ve dolayısı ile parti liderlerinin alanlarda, meydanlarda olmadıkları bir dönemde yapılmıştır.
İşte tam da burada liderler alana indikleri zaman özellikle “KARARSIZ SEÇMENDEN” alacakları parti oyu üzerine ekstra oylar önem kazanmaktadır.
Kendi şahsi oyu partisinin oyundan %10 fazla olan Recep Tayyip Erdoğan, partisinden kopmuş ama halen bir başka partiye oy vermeye karar vermemiş, AKP’ye “Alternatif” bir parti göremeyen ve “KARARSIZ SEÇMEN” durumundaki pek çok seçmeni AKP Genel Başkanı olarak yeniden, en azından “Son bir kez” AKP’ye oy vermeye ikna edebilme potansiyeline sahiptir.
Muhalefet partileri ve bu partilerin liderleri ise bu “KARARSIZ SEÇMEN” kitlesine ulaşamamaktadır.
***
Öte yandan anketlerde dikkatle üzerinde durulması gereken bir başka konu ise istisnasız tüm anketlerde ülkenin ekonomik sorununun vatandaşın açık ara en önemli sorunu olarak karşımıza çıkmasıdır.
Ancak yine çok düşündürücü biçimde vatandaşlar bu ekonomik sorunların kısa vadede çözüme kavuşamayacağını da yine bu anketlerde belirtmelerine rağmen muhalefet bu büyük sıkıntı içerisindeki, hoşnutsuz “Mutfağında tenceresi kaymayan” seçmenden oy alamamaktadır.
Çünkü seçmen bu iktidarın yanlış yönetimini görse dahi muhalefeti bu kadar ağır bir ekonomik tabloyu çözebilecek kapasitede görmemekte, muhaleftler bir umut yahut alternatif olarak bakmamaktadır.
Vatandaş iktidara kızan ama muhalefete de güvenmeyen ve bunun sonucu oy da vermeyen bir sarmala itilmiştir. Ve maalesef ülkedeki muhalefetin yetersizliği nedeni ile bu sarmalın sonucunda iktidara kızan, iktidara tepkili büyük bir kitle günün sonunda şu ya da bu sebeple yine gidip tercihini AKP’den yana yapmaktadır.
Görünen tablo odur ki bir sonraki seçimde de bu sarmal devam edecek ve bugün AKP’ye tepki duyan hatta oy vermeyeceğini söyleyen ciddi bir kitle yine dönüp dolaşıp AKP’ye oy verecektir.
Bunun sorumlusu o vatandaşlar değil onlara umut olabilecek bir muhalefet sergileyemeyen muhalefet partilerinin eksikliğidir.
***
Muhalefet bloğunun en önemli söylemi ve konsolidasyonundaki en önemli motivasyon kaynağı “GÜÇLENDİRİLMİŞ PARLAMENTER SİSTEM” dir…
Bu kavram 2018 yılında ortaya atılmış olmasına rağmen halen içi doldurulabilmiş değildir.
Yapılan anketlerde görünen bir başka önemli veri vatandaşların artık bu “GÜÇLENDİRİLMİŞ PARLAMENTER SİSTEM” kavramını da sorgulamaya başlamış olduğu, öyle sırf bu sisteme karşı olduğu için doğrudan bu “GÜÇLENDİRİLMİŞ PARLAMENTER SİSTEM” söyleminin ardından gitmeyi düşünmediğini göstermektedir.
Örneğin MAK Araştırma’nın Kasım ayı anketinde sorulan “GÜÇLENDİRİLMİŞ PARLAMENTER SİSTEM ile bugün uygulanan CUMHURBAŞKANLIĞI HÜKÜMET MODELİ ARASINDA TERCİH YAPMA ŞANSINIZ OLSA HANGİSİNİ TERCİH EDERSİNİZ?” sorusuna yanıt verenlerin %14 gibi hatrı sayılır orandaki kısmı “Güçlendirilmiş Parlamanter Sistem ile Ne Kastedildiğini Gördükten Sonra Karar Veririm” yanıtını vermiştir.
Bu da göstermektedir ki 2018’de “GÜÇLENDİRİŞLMİŞ PARLAMENTER SİSTEM” kavramını ortaya atan muhalefet bu kavramın altını dolduramamış, bu kavramla nasıl bir sistem tarifi yaptığını seçmene anlatamamıştır.
Gerek CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, gerekse İYİ PARTİ Genel Başkanı Meral Akşener sıklıkla “GÜÇLENDİRİLMİŞ PARLAMENTER SİSTEM” kavramını kullanarak bu kavrama vurgu yapsa da detayları ile bu sistemin neleri içerdiğini, nasıl işleyeceğini, eski parlamenter sistemden farkının ne olduğunu hiçbir şekilde tek bir kez bile anlatmamış, anlatamamışlardır.
Muhalefetin “GÜÇLENDİRİLMİŞ PARLAMENTER SİSTEM” söyleminin içi boş bir söylemden başka bir şey olmadığına dair şüpheler her geçen gün artmakta, her konuda olduğu gibi muhalefet en önemli silahı olarak gözüken bu “GÜÇLENDİRİLMİŞ PARLAMENTER SİSTEM” modelini de içini doldurarak etkili biçimde kullanmayı becerememektedir.
***
Son olarak MAK DANIŞMANLIK tarafından gerçekleştirilen Kasım Ayı anketi 2 verisi açısından önem taşımaktadır.
Bu veri ise “Kendi partinize o vermeyecek olsanız hangi partiye oy verirdiniz?” sorusuna verilen cevaplar ile ortaya çıkmıştır.
AKP seçmeninin %20’si AKP’ye oy vermez ise Ahmet Davutoğlu’nun GELECEK PARTİSİ’ne oy vereceklerini söylemiştir.
Bu veri AKP sonrasındaki süreç için oldukça önemlidir.
Öte yandan AKP’den ayrılarak parti kuran 2 isim Ahmet Davutoğlu ve Ali Babacan’ın yola çıkarken kendilerini ve partilerini konumlandırdıkları pozisyon ve hedefler açısından da bir değerlendirme yapmaya imkan tanımaktadır.
Bu satırların yazarı olarak daha bu 2 parti kurulmamışken Davutoğlu’nun AKP’nin dağılması sonrasında ondan boşalacak milliyetçi-muhafazakar seçmen alanına oynayacağını, Babacan’ın ise daha liberal ve merkezde, hemen her toplumsal katmandan seçmene hitap edecek bir merkez partisi olma tercihini yapacağını kaleme almıştık.
Bugün anketteki bu veri ve diğer ilgili parametreler Babacan’ın geniş kitlelere ulaşan bir merkez parti olmak noktasında sıkıntı yaşadığını ancak Davutoğlu’nun tam da istediği gibi AKP sonrasında AKP’den boşalacak alanı konrol edecek siyasal aktör noktasında konumlanmaya başladığını bize göstermekte.
Keza Davutoğlu’nun kadrolarının büyük çoğunluğunun eskli AKP İl başkanı, milletvekili gibi tabanda birebir karşılığı olan isimler olması Davutoğlu ile AKP tabanı arasında “Gönül bağının kopmasını” da engellemiş durumda.
Ankette aynı soru, yani kendi partinizin dışında bir başka partiye oy verecek olsanız hangi partiye oy verirdiniz sorusu CHP seçmenine sorulduğunda alınan cevap da oldukça çarpıcıdır…
CHP seçmenlerinin %18’i İYİ PARTİ’ye oy vereceğini söylerken,%1,7’si MHP’ye, % 0,5’i SAADET PARTİSİ, %0,5’i GELECEK PARTİSİ’ne oy vereceğini söylemektedir. 0,3’lük bir CHP seçmeni ise çok çarpıcı şekilde CHP olmasa AKP’ye oy vereceğini belirtmiştir.
Yani CHP seçmeninin %21’i “Milliyetçi –muhafazakar” sağ partileri 2. Partileri olarak görmektedir. Bu tablo Kemal Kılıçdaroğlu yönetiminin 2009 yılından bu yana partiyi sağa açma, sağ politikalar ile partiyi besleme ,muhafazakar, liberal isimleri parti üst yönetimine taşıma çalışması ile planlı olarak partinin DNA’sı ile genetiği ile oynayışının ve siyaseten CHP’nin içini boşaltmış olmasının en çarpıcı ve somut biçimde tezahür etmiş halidir.
CHP üst yönetimi sadece muhalefet yapmayı beceremeyerek ülkede AKP karşısında bir umut oluşmasını sağlayamamakla kalmamakta, bizatihi CHP’nin kendi genetiğini ve geleneğini de bozmakta, partiye zarar vermektedir.
Kemal Kılıçdaroğlu ve yönetimi sistematik olarak CHP’yi sol-sosyal demokrat bir parti olmaktan çıkartarak sağcılaştırmaktadır.
***
Bu şartlar altında görülmektedir ki evet Türkiye için AKP çok ciddi bir sorundur ve AKP artık ülkeyi yönetememektedir ancak Türkiye’nin çok ciddi manada bir muhalefet sıkıntısı olduğunu bize açık ve net biçimde göstermektedir.
Ve unutulmamalıdır ki bir ülkedeki muhalefet eksikliği ve sıkıntısı en az iktidar sıkıntısı kadar ve hatta bazen iktidar sıkıntısından da önemli bir hal taşır.
Zira yine unutulmamalıdır ki nitelikli muhalefetin olmadığı yerde demokrasinin işlemesi mümkün olmaz…
Türkiye’de durum işte tam da budur.