Yıl 1998, Gebze cezaevinde tutuklu bulunduğum sırada, Türkçü “Yeni Hayat” dergisinde mahlas isimle Türk Mitolojisi üzerine yazılar yazıyorum. Derginin editörü Avukat Hasan Gürbüz ziyaretime gelmiş, fakat bana geç haber vermişler. Eskiden avukat görüşü kalabalık bir salonda yapılırdı. Hasan bey orada beklerken sıkıntıdan diğer tutuklularla sohbete dalmış. Ben görüş yerine girdiğimde karşısına bir TİKKO’cuyu almış soruyordu “Memleket nere kardaş? Cevap: “Dersim” (Tunceli diyecek değil ya!). “Kürt müsün?”. Karşısındaki “yok” diyor “Ermeniyim”. Hasan bey şaşırdı tabi. Ben alışığım bu muhabbetlere, gülmeye başladım. “Ermenice biliyor musun” diye sordu sakince. “Hayır” cevabını aldı. Bu defa “anan, baban ya da ailenden kimse var mı Ermenice konuşan?” diye sordu. O sahneyi hiç unutmuyorum. Hasan bey aldığı “hayır” cevabı karşısında kendini tutamayıp kollarını, avuçlarını göğe Allah’a yakarır gibi açıp “yahu öyleyse nereden çıkardın Ermeni olduğunu!” diye haykırdı.
Semih Tufan Gülaltay’dan, Ergenkon’dan yargılanırken Silivri cezaevinde yazdığı, “Kürtlük hakkında Yazılmayanlar” kitabını dinlerken aklıma yukarıda aktardığım anı geldi. Türk milliyetçiliğinin naif bir yanı var. Diğer milliyetçilerden farklı olarak herkesi kucaklamak istiyor. Mesela bugün üç kuşaktır Almanya’da yaşayan bir Türk ailesinin ferdi halen Alman kabul edilmez. Oysa milliyetçiliğin gücü biraz da ayrıcalık yaratmaya dayanır. Ama Semih Tufan’da bu ayrılık gayrılığı bulamazsınız. Semih Tufan’ın konuşmalarında öfke vardır ama nefret yoktur. Youtube’deki videolarına bakın orada bir PKK’lıdan bahsederken bile onu milletin dışında tanımlamıyor. Aksine hepsinin kökeninin Türk olduğunu, aynı milletin bir parçası olduğumuzu kanıtlamaya çalışıyor.
Düşünme yönteminin, ne kadar bilimsel olduğu tartışmalıdır ama hiç kimse onun samimiyetini sorgulayamaz. Semih Tufan’ın bu vatanın Türklüğünü araştırma tanıtma tutkusu gözlerinden okur, bu millete yapılan haksızlıkları, kumpasları anlatırken öfkeyi sesinde hissedersiniz.
Gülaltay’ın tanınmış bir ülkücü olmasına rağmen ismi en çok Akın Birdal’ın vurulmasıyla duyulmuştur. Yanlış bir işti. Ama atıp tutmak kolay, düşene vuran da çok olur. Bu olayın failleri hapislerde yatıp bedelini ödediler. Ben olaya başka bir pencereden nasıl tanık ya da kurban olduğumu anlatayım.
İnsan Hakları Derneği(İHD) başkanı Akın Birdal vurulduktan sonra yine cezaevinde bir avukat görüşündeydim. O sıradaki avukatım da adını vermeyeyim İHD’de çalışan saf bir hanımdı. Neyse, bizim duruşmamız var, öncesinde bu avukat hanım geldi. Özür dileyerek duruşmaya çıkamayacağını söyledi. Neden? Çünkü, Avrupa’da PKK devrimci bilmem ne komitesi kurmuş, mahkemeler boykot edilecek diye cezaevlerine ve avukatlara talimat göndermiş. Tabi bizi engelleyemeyeceklerini biliyorlar. İHD’nin başındaki Ercan Kanar benim saf avukatı kenara çekip “duruşmaya çıkmayacaksın” demiş. Ben de hemen orada onu azlettim. Rahmetli Avukat ağabeyimiz Emcet Olcaytu’ya vekalet verdim. ( Toprağı bol olsun, Emcet abi beni çıkardı, kendi Ergenekon’dan hapse girdi. Tahliye olunca da hayata veda etti.)
Mahkemeler sinek avlıyor, hakimler boş salonlara bakıyordu. O zaman Türkiye’de aylarca hiç kimse cesaret edemezken biz mahkemeye çıktık. Dönüşte 200 PKK’lı ve birkaç taşeron örgüt maltaya dökülmüş içeri girersek bizi öldüreceklermiş. Cezaevi yönetimi korkusundan bize ekspres sevk çıkarmış. Kabul etmedik. Sonuçta bize engel olamadılar. Paşa gibi girdik, aslan gibi koğuşumuzda yattık.
Evet, bu Akın Birdal saldırısı yanlıştır ama bir de olaya hapisteki adamın gözüyle bakın. Bu insan hakları cübbesi altındaki vampirler, ölüm orucundaki mahkumların tazminatını yeyip kendilerine villa diktiler. Üstüne para verdiğimiz avukatlar talimatlarla mahkemeye çıkmıyordu. Kimin mahkemeye çıkıp kimin çıkamayacağına, kimin tahliye olup kimin olmayacağına bile bunlar karar veriyordu. Onların oluru olmadan kendinize yatacak koğuş bulamıyordunuz.
Ayar vermedikleri kimse kalmadı. İyi hatırlıyorum, tiyatrocu Ferhan Şensoy’u soymuşlar, adam da “Çingenler yaptı” anlamında bir laf etmiş. Vay efendim sen ırkçılık yapıyorsun diye bu büyük ustaya dava açtılar. Kendilerini onaylamayan herkese saldırıyorlardı.
Düşüncelerine katılın katılmayın, Semih Tufan Gülaltay bir eylem adamıdır. Eylem, lafa benzemez; lafı geri alabilirsiniz ama gerçekleşmiş bir eylemi geriye almak mümkün değildir. O yüzden politikacılarla eylem/dava adamları arasında büyük bir fark vardır. Eylem adamının onuru Tanrı Dağından seyreder ovadaki politikacıyı.
Onu anlayabilmek için önce onun onuruna yetişmeniz gerekir.