Sean Connery’den sonraki ‘ikinci James Bond’ bir Türk aktör olabilirdi. Serinin yapımcıları, Connery ile çektikleri 7 James Bond filminden sonra arayışa girdi. Bond’u başka bir yüzle sürdürmek istediler. Başta Amerika olmak üzere, Avrupa’nın pek çok ülkesinde karaktere uygun en tanınmış isimler belirlenmeye çalışıldı. Bu arada, yapımcı firma, Metro-Goldwyn-Mayer’in ülkemizdeki temsilcileri de arayışa katıldı.
Cüneyt Arkın, Nebahat Çehre ile 1965'de çekilen 'Sahte Hayatlar' filminde
Cüneyt Arkın, Ayhan Işık, Muzaffer Tema gibi dönemin en ünlü erkek starları üzerinde duruldu. Arkın ile de yüz yüze görüşüldü ve öneri götürüldü. Deneme filminde beklenilen performans alınırsa, James Bond karakterini bir Türk aktör canlandırılabilecekti. Akıcı, mükemmel İngilizce bilmek ve konuşmak gerekliydi. - O ana kadar, Amerikan Sineması’nın merkezi Hollywood’da başarılı olabilmiş tek Türk asıllı yıldız Turhan Bey’di! - Arkın, şöhretinin doruğundaydı; her yıl ortalama 16 - 18 filmde - bazen sayı 24’e kadar çıkabiliyordu! - oynuyordu. Bir anda dünya piyasasına çıkmabilme fırsatı karşısına çıkınca şaşırdı. Özel hayatının herkes tarafından bilinip, irdelenebileceği gibi garip savunuyla öneriyi baştan geri çevirecekti. Yıllar sonra, olay hatırlatıldığında, Ömer Şerif’i örnek vererek, şöhret sahibi, ama vatansız bir aktör olmayı düşünmediğini söyleyecekti. Belki de bilmeden Roger Moore’un önünü açacaktı.
Cüneyt Arkın, İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde öğrenci iken arkadaşlarıyla
Kırım Asıllı Tatar Türkü
Tıp eğitimi gören, yaygın adı ile Cüneyt Arkın’ın nüfusa kayıtlı ismi Fahrettin Cüreklibatır’du. Aile Eskişehir’in Çifteler ilçesinin bir köyünde yerleşikti. 93 Harbi diye tarihimize geçen, 1877-1878 Osmanlı Rus Harbi’ne Türkiye’ye göçmüştü. Kırım asıllı Tatar Türkü’ydü. Milyonları bulan Müslüman göçmenler, Osmanlı Hükümdarı 2. Abdülhamid döneminde bölge bölge Anadolu’ya yerleştirilmişti. Meslek sahipleri şehirlerde, çiftçilerse köylerde iskan olunmuştu. Babası, onca yokluğa rağmen, ailesini köyünde bırakıp İstiklâl Savaşı’na katılmıştı; İstiklâl Madalyası sahibiydi.
Cüneyt Arkın, 1973'de çekilen 'Küçük Kovboy' filminde
Arkın; doğduğu toprağı tanımlarken, ‘Engerek yılanı bile yaşamaz,’ diyecekti. Fakirdi, ama mutluydu; iki ablasından sonra dünyaya geldiğinde, ailenin merkezindeydi; üzerine titreniyor; bir dediği iki edilmiyordu. Cüneyt’in bütün oyuncakları topraktandı; bilyeleri, arabaları, bebekleri … kısaca bütün oyuncakları fırınlanmış çorak topraktandı. İki odalı evleri de kerpiçtendi. Evin helâsı, bahçenin bir uçundaydı; soğuk kış günlerinde tuvalete gitmek çileydi. Geçim kaynakları topraktı; baharda ekerler, yaz sonu ve sonbaharda hasat ederlerdi. Bahar sonu, yaz başında çayırları dolduran çeşit çeşit otlar toplanır, çiğ veya haşlanarak yenirdi. Bahçelerindeki ağaçlardan da meyvalar devşirilirdi. İçme suyu ihtiyacı da bahçedeki derin kuyudan sağlanırdı. Vefalı anne, gece karanlık bastırınca, çocuklarını etrafında toplar, Kırım ezgileri söylerdi, yörenin halk masallarını anlatırdı. Battal Gâzi, Köroğlu menkıbelerini dinledi; Hazret-i Ali’nin cenklerini anlatan kıssaları okudu.
Cüneyt Arkın, annesi Halise Hanım ile
Dünya-Türk Klasikleri Dizisi
Fahrettin; Necatibey İlkokulu’nda ilk eğitimini bitirdi; ortaokulu da Eskişehir’de tamamladı. Lise eğitimi için Eskişehir Atatürk Lisesi’ne yazıldı. Derslerine çok çalışıyor; bir yandan da edebiyata ilgisinden, okul kütüphanesinde bulduğu Dünya-Türk Klasikleri Dizisi’nin nadide kitaplarını su içer gibi bitiriyordu. Güzel sanatlara ilgisi-kabiliyeti belliydi. Bazı denemelerini ve hikâyelerini yer basında yayınladı; arkadaşları arasında ‘edebiyatçı’ kimliğiyle de tanınıyordu.
Cüneyt Arkın, Eskişehir Atatürk Lisesi'nde öğrenci iken
Otel Odasındaki İnşaat İşçisi
Olgunluk sınavlarının ardından, hayatını şekillendirecek kararı verdi ve İstanbul’a geldi. İstanbul Tıp Fakültesi sınavlarını kazandı; Sirkeci’de bir otelde oda tuttu. Oda arkadaşlarının ikisi de inşaat işçisiydi. Cüretlibatır; hem fakülte eğitimini sürdürüyor, hem de arkadaşlarının inşaatlarında çalışıyordu. Parasızlıktan aç yattığı geceleri hiç unutmadı. Fırından yeni çıkmış, dumanı üstünde ekmekleri katıksız yediği günleri hep anlatacaktı. En büyük korkusu aç kalmak, açlıktan ölmekti. Otelde, karyolasının yanındaki küçük komodinin üzerine bütün bir ekmek koyuyor, ertesi gün aç kalmayacağını görüp huzur içinde uyuyabiliyordu. Devletin verdiği 60 lira burs-kredi yetmiyordu. İnşaat işçiliğinden aldığı gündeliklerin hepsini harcamıyor, belirsiz yarınlara saklıyordu.
Cüneyt Arkın, Mine Mutlu ile 1969'da çekilen 'Ala Geyik' filminde
Erek Adlı Edebiyat Dergisi
Yazma serüvenine ara vermedi; bir grup arkadaşıyla Erek adlı bir dergi çıkardı. Şiirleri, denemeleri, hikâyeleri için bir platform gerekliydi; Erek, yayınlandığı sürece bu işi başarıyla yerine getirdi. İstanbul’daki 3’üncü yılında, Eskişehirli iki arkadaşıyla mütevazı bir apartman dairesine taşındı; masraflardan payına 45 lira düşüyordu. Arkadaşları da edebiyat heveslisi gençlerdi; Tekin Elagöz şiir yazıyor, Cengiz Çelikten denemeler çiziktiriyordu. Yine bir başka röportajında, ‘Cengiz çok iyi balıkçıydı; tuttuğu palamutları eve getirince, bir şişe 75 kuruşluk Marmara şarabı alır, kendimize ziyafet çekerdik,’ demişti.
Cüneyt Arkın bir film setinde
Dergi yayınlayınca, edebiyatçı dostlar da edinmişlerdi. Cemal Süreya, Turgut Uyar, mütevazı öğrenci evinin devamlı misafirleri arasındaydı. Cemal Süreya, kadife sesiyle en son şiirlerini okurdu. Bu dönemde, Kemal Tahir (Demir)’in eserleriyle tanıştı-buluştu. Şişenin dibi gözüktüğünde, sohbetin tadına varılmazdı, ama akortsuz fasılla muhabbet sona erdirilirdi. Süreya, Cüretlibatır’ın edebî gelişimine yardımcı oldu. Pazar Postası’na gönderip, İlhan Erdost ile tanışmasını sağladı. Pazar Postası’nın edebiyat ekinde öyküleri yayınlanacaktı.
Cüneyt Arkın, Belgin Doruk ile 1965'de çekilen 'Kırık Hayatlar' filminin bir sahnesinde
İlk Yevmiye İle Kucak Dolusu Taze Ekmek
Eğitiminin son yılında, hocası Cihan Abaoğlu’nun tavsiyesi üzerine, özel hastabakıcılık yaptı. Evlerde 24 saat nöbet tutuyor, acil durumlarda müdahale ediyordu. Yerine göre hastayı tıraş ediyor; altını bile temizleyebiliyordu. Gündeliği 15 liraydı. En çok gücüne giden de, hasta sahiplerinin artan yemekleri önüne koymalarıydı. İlk yevmiyesi ile en yakın fırına gidip taze ekmekler alacaktı; sonra da tıka basa yiyecek ve kusacaktı. Karnını tıka basa doyurmayı hep hayal etmişti.
Tıp eğitimini beklenildiği gibi başarıyla tamamladı. Nörolog olmak istiyordu, ama boş kadro yoktu. Kadro alamayınca, ele geçen maaş yetersizdi; sosyal haklara da sahip olamıyordu. Örneğin, hastanede yemek yiyemiyordu. O da, hemşirelerin yemeklerine ortak olmuştu. Hocaları sabredip fakültede kariyer yapmasını istedi. Ama, o, steteskopunu boynuna asıp, Anadolu’nun yolunu tutacaktı.
Cüneyt Arkın, eşi Betül Hanım ile
Halit Refiğ İle Tanışma
Kısa süren doktorluk tecrübesinin ardından askere çağrıldı. Acemi eğitiminin ardından, Doktor Asteğmen olarak Eskişehir 2’nci Hava Taktik Komutanlığı’nda görevlendirildi. 1963 yılıydı ve hayatının değişeceği an geliyordu. Başrollerinde Göksel Arsoy ve Leylâ Sayar’ın oynadığı, Halit Refiğ’in yönettiği Şafak Bekçileri filmi, Eskişehir’de çekiliyordu. Filmin kadrosunun tamamı, askerî garnizonun içindeydi. Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral İrfan Tansel, filme büyük destek veriyordu. Film; gösterildiği her yerde gençliğe havacılığı sevdirecek ve yönlendirecekti. Halit Refiğ ile film çekimlerinde tanıştı. Refiğ; onun hayatında yepyeni boyut açacaktı. Fahrettin Cüretlibatır’ın gazetelerin-dergilerin düzenlediği sinema yarışmalarını izlemesini ve mutlaka katılmasını önerdi. Refiğ’e göre, sinemada gelecek vardı ve genç askerî doktor, star yüzüne sahipti.
Cüneyt Arkın, İranlı oyuncu Shahin Khalili ile oynadığı, 1971 çekimi 'Hak Yolu' filminde
Gurbet Kuşları Filminde Önemli Rol
1963 yılında Artist Dergisi’nin açtığı yarışmaya katıldı ve birinci seçildi. Ama adı hem uzun, hem de akılda kalması zordu. Derginin yönetici, gazeteci Recep Ekicigil, Yeşilçam seyircisinin aklından çıkmayacak bir isim önerdi. Cüneyt Gökçer’in Cüneyt’ini, Arkın Kitapevi’nin sahibi Ramazan Arkın’ın da soy adını aldı. Böylece Cüneyt Arkın, ete kemiğe bürünmüş oldu. Halit Refiğ, yönettiği Gurbet Kuşları adlı filmde önemli rollerden birinde oynattı. Filmin senaryosu Orhan Kemal (Öğütçü)’e aitti. Başrollerde Tanju Gürsu, Filiz Akın, Pervin Par, Sevda Ferdağ ve Önder Somer gibi çok ünlü isimler vardı. Cüneyt Arkın ismi, şans da getirdi, ün de getirdi. Refiğ’in sözlerinin doğruluğunu bir kere daha kabul etti.
Cüneyt Arkın, Selda Alkor ile 1965'de çekilen 'İnatçı Gelin' filminde
Romantik Filmlerin Değişmeyen Yıldızı
Çalışmayı seven, daha iyi bir yarın için terlemekten korkmayan Cüretlibatır için Yeşilçam yılları başlıyordu. Her gün, cumartesi ve pazar da dahil, günde 16 saat koşturuyordu. Senede 24 film çektiği oluyordu. Romantik filmlerin değişmeyen yıldızı, aksiyon filmlerinde de başarısını ve ustalığını sergiliyordu. Co-prodüksiyonlarda boy gösterdi. İtalyan sinemasında şansını denedi; John Arkin adı ile afişlerde yer aldı. İlgi gördü, fakat dil bilmemesi dezavantajıydı. Halit Refiğ ustanın belirtmesine göre, John Wayne kadar becerikliydi ve ‘dünya starı’ mayasındaydı. İşte tam bu günlerde James Bond olması önerisi geldi. Ama hiç düşünmeden reddetti.
Cüneyt Arkın, Türkan Şoray ve Ekrem Bora ile 'Gözleri Ömre Bedel' filminde
Cüretlibatır İranlı Kadınları Kendilerinden Geçiyordu
Komşu ülke, İran’da da çok ünlüydü. Afişlerinde Fahrettin Cüretlibatır ismini kullanıyor, İranlı kadınlar kendilerinden geçiyordu. İran, Şah döneminde tam bir Batı ülkesi standardındaydı; Türk filmleri büyük ilgi görüyor, Yeşilçam’ın ünlü starları el üstünde tutuluyordu. Hanedandan Stella Sait adlı güzel kadın, Fahrettin’e abayı yakmıştı; ne yapıp edip evlenmek istiyordu.
Cüneyt Arkın, Nilüfer Aydan ile 1964'de çekilen 'İstanbul'un Kızları' filminde
Anlatılanlara göre, öylesine zengindi ki, haftada iki gün özel uçakla Paris’e özel kuaförüne saçlarını yaptırmaya gidiyordu. Fahrettin’in kalbini kazanabilmek için sandık dolusu mücevher vermeyi göze almıştı. İsteği kabul görmeyince de bileklerini kesip intihara teşebbüs etmişti.
Atıf Yılmaz, Lütfi Akad ve Halit Refiğ ile dostluğunu kavileştirdi; sohbetlerine katıldı; sinema üzerine görüşlerini aldı; tecrübelerinden birikimlerinden yararlanmasını bildi.
Cüneyt Arkın, 1969 yapımı 'Malkoçoğlu Cem Sultan' filminde
Önünde uzun, zorlu, fakat adını Yeşilçam’ın tarihine yazdıracak, romanlara konu edilebilecek renklilikte gelecek uzanıyordu.
Ali Hikmet İnce
Siyasetcafe.com