Mehmet Ali Erbil; - bir dönemde! - eğlence dünyasının en çok kazanan ve vergi ödeyen ismiydi. En büyük lüksü: Kendi belirlediği limitlerde kumar oynamaktı.
Erbil; televizyonun hayatımıza girmesiyle tanıdığımız, sevdiğimiz, ailemizden birisi saydığımız sanatçı tipiydi. Dilinin kemiği yoktu; yerinde duramazdı; tepeden tırnağa hareketli, espriliydi. Ne diyeceği önceden bilin(e)mezdi; çoğunlukla damdan düşercesine espri patlatırdı. Ama sözleri kızdırmaz; aksine makaraları koyuverdirirdi. Kendisiyle dalga geçmeyi de severdi; bu özelliğiyle iftihar ederdi. Şakaları ve yaklaşımıyla Türk erkeğinin kafa yapısını değiştirdiğini savunurdu. Seyircisinin kendisine sonsuz denilecek kredi açtığına inanırdı.
Mehmet Ali Erbil’in babası, döneminin çok ünlü karakter oyuncusu, seslendirmeci, tiyatro sanatçısı Saadettin Erbil’di. Baba Erbil; siyah beyaz Yeşilçam yapımlarının en bilinen/tanınan temel taşlarındandı.
- Erbil; Parçalanmış Aile Kurbanıydı… -
Erbil; çocukluğunu ve ilk gençliğini aile bütünlüğünde/sıcaklığında yaşayamadı. Anne ve babası ayrılmıştı. Erbil ve ağabeyi, babaannesi tarafından bakıldı/büyütüldü. Erbil kendini; ‘Osmanlı terbiyesi almış babanın konakta büyümüş evladı’ diye tanıtacaktı. Anne sıcaklığını, ev düzenini, babaannesinin Yeşilköy’deki eski köşkünde bulabilmişti.
Hayatta en sevdiği kişi: Babaannesiydi. Dede ocağına gittiğinde 4 yaşındaydı; yalnız da değildi; ağabeyi de yanındaydı. Babaannesine sarılmadan uyu(ya)mazdı; horultusu ninni gibi gelirdi. Köşk 3 katlıydı; çocuklara çok büyük gorünürdü; genişliği/haşmeti korku yaratırdı. Annenin öğrettiği dualar tekrarlanarak, korkular bastırılırdı/bastırılmaya çalışılırdı.
Annesi Yurdagül (Eken) Hanım evlendiğinde 16 yaşındaydı. Babası çok ünlü bir şeyhti. Kocasının annesinin ünlü konağına gelin gelmişti. Günümüzün deyişiyle; ‘kaynanasıyla yaşamak zorundaydı!’ Kocası Sadettin Bey; sık sık Anadolu’da turneye çıkardı; bazı geceler eve gelmezdi; bazen de başka hanımlarla gönül eğlendirirdi.
Oğul Erbil’in ifadesine göre Yurdagül Hanım; evde bırakılmayı, aldatılmayı kabullenemedi. Baba evine dönmek zorunda kaldı; ama çocuklarını yanında götür(e)medi. Erbil kardeşler sevgi fakiriydi.
Baba Sadettin Erbil; bir kez dahi çocuklarını kucağına alıp şefkatini göster(e)medi. Osmanlı terbiyesine göre baba; çocuklarına yakın dur(a)maz; sev(e)mez ve şımart(a)mazdı. Oğul Erbil’in hayatı ve ilk
hatıraları sevgisizlik/ilgisizlik üzerine kuruldu. Büyüdüğünde de durum değişmedi. 40 yaşına kadar babasının yanında bacak bacak üstüne atamadı. Sadettin Erbil’e karşı hiç sevgi duy(a)madı/taşı(ya)madı. Ezik büyüdüğünü hiç sakla(ya)madı. Hatta durumunu özetleyen bir cümleye dökecek; ‘Ailede, poliste, eğitimde baskı gördük,’ diyecekti. ‘Babamla özel şeyler yaşama(ya)dık!’
- Bütün Amacı Konservatuvarın Yatılı Öğrenciliğiydi… -
Anne ve babanın hikâyesi boşanmayla sonuçlandı. Kendilerine yeni yol çizdiler; yeniden evlendiler. Böylece Erbil kardeşlerin hayatlarına - kaçınılmaz şekilde! - üvey anne ve üvey baba girdi. Anne cephesinde de sevgisizlik duruyordu/hâkimdi. Kaçmak; çevreden uzaklaşmak istedi. Ağabeyi Mustafa ile konservatuvar sınavlarına girdi.
Hayali; ‘yatılı öğrencilik’ti; 14 yaşındaydı. Hedefine ulaştı; sınavı kazandı; ama kardeşi aynı başarıyı gösteremedi. Sadettin Erbil; Mehmet Ali’nin muvaffakiyetinden ötürü çok memnundu. Oğullarından - hiç değilse! - birinin tiyatronun tozunu yutmasını murat ederdi.
Mehmet Ali’nin üvey babasıyla da arası iyi sayılmazdı. Askeri doktor üvey babanın tokadını da yemişti. Dayak atmaya yeltendiği için de acayip kızardı. Tokat travmasını/sarsıntısını ilerleyen yaşında da atamadı. Bu yüzden; annesine duyduğu sevgi azaldı. ‘Beni, üvey babaya karşı korumuyor!’ diye içerle(r)di. Yatılı öğrenci iken; çoraplarını yıkamayı beceremezdi. Annesine bırakırdı; fakat korkudan yıkanmazdı. Deterjan alıp götürdüğü komşu kadın; ricasını yerine getirirdi.
Üvey baba hayatlarına aniden girivermişti. Mehmet Ali, çok küçük ve deneyimsizdi.
Fakat düşünceleri geçiciydi. Annesini çok sevdiğini gördüğünde/anladığında; düşmanlık, korku gibi hislerini bir kenara bırakacaktı. Hatta yaşlandıklarında- ilk günkü gibi! - birbirlerine âşık olduklarını gözlemledi. Üvey babasını yıllar sonra affedecekti.
- ‘Dostum!’ Diyebileceği Çok Az İnsan Oldu… -
Üvey annesince de sevilmedi. Babasının evinde de yaşayamıyordu.
Hayatta, ‘dostum!’ diyebileceği kişi yoktu. Kalıcı, samimi, teklifsiz arkadaşlık kuramadı. Kendisine çok samimi davranan ahbabından kazık yemişti: Mehmet Ali’ye borsa oynatmış; sonra da soyup soğana çevirmişti. Çok sevdiği/güvendiği tiyatrocu ağabeyi tarafından da dolandırılmıştı.
Satın alınan halı için kefil olmuş; ödenmeyince de maaşına haciz getirilmişti. Kendi ifadesine göre; ‘Menejeri Stelyo Pipis dışında dostu yoktu!’
Anadolu’yu şehir şehir dolaşmak zorunda bırakıldı. Üvey babası askeri doktordu; bir yerde uzun kalamazdı; tayini çıkardı. Her taşınmada okul, mahalle, şehir değişirdi. Hiçbir zaman arkadaşlığın ne olduğunu/anlamını hiç öğrenemedi.
Aşkı ilk tattığında ilkokul birinci sınıf öğrencisiydi. Kadınlara karşı daima aşırı ilgiye sahipti. Bu yönünü hiç inkâr etmedi. Her zaman da içinde geldiği gibi/doğaçlama davrandı.
11 yaşındayken; istikbaldeki mesleğine ilişkin ipuçlarını verdi. Sokaktaki çocuklara ‘Hacivat Karagöz’ oynattı. Her birinden 5’er kuruş aldı. Gönlünde yatan meslek: Diplomatlık/hariciye memurluğuydu. Doğuştan özel ve farklı yapıya sahipliğine inanırdı. Konservatuvar öğrencisiyken; Devlet Tiyatroları’nda sahnelenen Küheylan oyunundaki rolüyle ‘En İyi Tiyatrocu Ödülü’nü kazanıp, öz güvenini perçinledi. 17 yaşındaydı; Cüneyt Gökçer’in büyük desteğini görmüştü.
- Çok Ünlü Tiyatro Ustalarından Dersler Aldı… -
Ankara Devlet Konservatuvarı’nda çok ünlü hocalardan ders aldı. Cüneyt Gökçer aklından çıkmayandı. Mezuniyet töreninde sahnelenen bir oyunda önemli rol aldı. Dindar anne ile komünist baba arasında kalan, arayış içinde, ata tapan çocuğu canlandırdı.
Selçuk Yöntem, Derya Baykal, Zuhal Olcay okul arkadaşlarıydı.
Devlet Tiyatroları’na atandı. Ama olağanüstü kabiliyeti kısa sürede fark edildi. Bir aylık memur maaşı bir günlük yevmiye olarak verilince/önerilince; hemen kabul etti. Önce bir yıl ücretsiz izin kullandı; sonra da - kimseye sormadan/danışmadan! - istifayı bastı. İfadesine göre; zaten memurluk mizacına aykırıydı.
Türkiye sınırlarında tanınmak yeterli değildi; dış ülkelere, özelikle de Avrupa’ya açılmayı düşledi. Konservatuvar öğrenciliğinin ilk yıllarından İtalya’daki bir sinema okulundan istendi; cesaretini toplayıp gidemedi. Yaşı ve mesleki tecrübesi ilerledikçe; kendine güveni kuvvetlendi. İtalya teklifinden 10 yıl sonra ABD’ye gidip İngilizcesini geliştirmeyi de arzuladı.
- Gerçek Hayattaki Rolü: ‘Kadınları Terk Eden Adam’dı… -
Bir röportajında belirttiğine göre; eşlerine karşı daima ‘kadınları terk eden’ adam rolünü oynadı. 5 kez evlenmesine karşın arayışını sürdürdü. Kendisini suçlayacaktı: ‘Hatanın yüzde 90’ı bendeydi,’ diyecekti. İlk eşi Muhsine (Kamiloğlu) Hanım çok güzeldi; yardımseverdi; kendisini gerçekten sevdiğini bilirdi.
‘Birinci eşim Muhsine ile hâlâ evli olmak isterdim,’ diye gönlünden geçeni seslendirecekti. Diğer evliliklerini de sürdürmek düşüncesindeydi. Nitekim Muhsine Hanım’la 2. kez nikâh masasına oturacaktı. Ayrılsalar bile, yardımını eksik etmeyecek; her sorununda yanında duracaktı. Diğer eşleri için de değerlendirmesi son derece olumluydu: ‘Hepsi çok vasıflı, düzgün karakterliydi!’
Mehmet Ali Erbil, rakı içen kadından nefret ederdi. Hanımlarının hiçbirisi de içki kullanmazdı. Kendisi de sofraya içki konulmasını önermezdi: ‘Eşlerimle hiçbir akşam yemeğinde bir kadeh şarap içelim, demezdik…’
Yaşadıklarından, yaptıklarından - bir tek konu hariç! - pişmanlık duyma(z)dı. Erbil’in geçmişe dair tek hayıflanması: Erken yaşta evlenmesiydi. İlk evliliğinde nikâh defterine imza attığında 22 yaşındaydı. Kendi görüşüne göre; erkek geç olgunlaşırdı. Aşk kalbine düştüğünde, elde edemediği kadın yoktu. Âşık olduğuna inandığında, - kendi ifadesiyle! - ‘nikâhı basar’dı! Her evliliği, aşkın her kapıyı çalışından sonraydı; aşk birlikteliydi/beraberliğiydi.
Eşlerinin hiçbirisiyle sözleşme/anlaşma yapmadı; uygulamayı saygısızlık diye değerlendirecekti. Nafakalarını da aksatmadı; toplamda ne kadar ödeme yaptığını da bilmezdi/hesaplamazdı. Anlatımına bakılırsa; Nergis Kumbasar ile ayrılırken; bütün malını mülkünü bırakmıştı. Kira evine çıktı; hayata sıfırdan başladı.
İki defa sıfır noktasından hayat koşusuna girişecekti.
- Boşanma Günlerinde Eski Eşlerine Hediyeler Gönderdi… -
Boşandığı eşlerinin tamamı Ankaralıydı. Hepsine de ayrılmama sözü vermişti; ama tutamadı. Hiçbirinin 30 yaşına basmasını gör(e)medi; erken yaşta bıraktı.
Giyim ve kuşamlarına müdahale ederdi. Yanındaki hanımın dekolte giyinmesine rıza göstermezdi; rahatsızlığını ifade ederdi.
Eski eşlerine boşanma günlerinde hediye alırdı/gönderirdi. Hepsi de iyi veya kötü gününde yanındaydı. Nergis Kumbasar ile ayrıldıktan sonra arkadaş kalmayı başardı. Eski eşler - Sedef Altuntaş hariç! - birbirleriyle görüşürdü.
Çapkınlığını değerlendirmiş; kendisine 10 üzerinden 7 vermişti.
Oğlu Ali Sadi’nin doğumunda sonra babalığı anlayabilecekti. En son eşi Tuğba Coşkun’dan - 2 kızdan sonra! - 1 erkek çocuğa kavuşmuştu. Gözlemine göre Ali Sadi; dünyaya geldiğinde çok çirkindi; kurbağaya benzetmişti. Biricik oğluna ilk 3 ay, ‘Kurbi!’ demişti. Ama bütün çocuklarını çok severdi. Kendisine geldiklerinde hoş vakit geçirir; hatta beraber uyurlardı. Bütün sevgisini göstermeye çalışırdı. Oysa babası - Sadettin Erbil! - hep mesafeli durmuş; muhabbetini saklamıştı.
Tarzının diğer meslektaşlarından farklılığına karşın, örnek aldığı, ‘Ustam!’ dediği sunucular arasında, Orhan Boran, Cenk Koray, Halit Kıvanç ve Erkan Yolaç akla ilk gelenlerdi. Ama Mehmet Ali Erbil, televizyona ve sahne dünyasına kendine has üslup/anlayış getirmişti. Mesela ‘Çarkıfelek’ denilince; adı ilk sırada çıkardı. Yarışma Erbil ile özdeşleşmişti. Formata kendinden pek çok unsur eklemişti. 1997’de, dünyada bir ilk gerçekleşmiş; canlı sunumuna geçilmişti.
- Utanmaz Adam’ın Sinema Filmini Çekmeyi Planladı… -
Kendi adıyla - Mali Show! - yapmayı çok arzuladı; ama zaman mı bulamadı; yoksa şartlar mı rast gitmedi; cevaplayamadı. Aslında program teklifleri gelmişti. Bir Başka Gece, Gecenin Rengi gibi sayısız müzik/eğlence programı sundu/yaptı. Televizyona adım atmasını sağlayan kişi İzzet Öz’dü. Önce Derya Baykal, ardından da Çiğdem Tunç’la ikili oluşturdu; başarı ivmesini yükseltti.
27 sinema filminde önemli rollere can verdi. Bay E, Kahpe Bizans, Hemşo, Harakiri, Hababam Sınıfı Güle Güle, Uyanıklar Dünyası vb. gibi filmlerde akılda kalan/unutulmaz tipler yarattı.
En son Pak Panter’de oynadı; fakat izleyemedi. Oğuz Aral’ın unutulmaz çizgi roman dizisi ‘Utanmaz Adam’ı sinemaya aktarmayı düşündü; senaryo hazırlıklarının sürdüğünü de açıkladı.
Şahsi bazı ticari girişimlerde de bulundu. Mekânları gayet iyi çalıştı; işlemeye de devam etti. Menajeri ve hayattaki gerçek dostu Stelyo Pipis, gece kulübü Chanta ile ilgileniyordu. Erbil’e göre; kulüpçülük zevkli ve kazançlı işti. Stelyo bütün zamanını Chanta’ya vermişti. Bodrum’daki Mali Bar’ı açmış; başta tutturmuş; ama devamını getirememişti.
Kilo alamamasının sebeplerinden birisi de: Yıllardır antidepresan kullanmasıydı. Defalarca çeşitli doktorlara girmiş; ‘vertigo’ - bir tür baş dönmesi! - teşhisi konulmuştu. Psikiyatrın kapısını çaldığında, ‘antidepresan’ önerilmişti/verilmişti.
- Komedi Filmleri Seyretmeyi Tercih Etmedi… -
Hüzünlü/üzüntülü anlarında evine kapanır; kendini uykunun şefkatli kollarına bırakırdı. Sürat yapmayı sever; Ferrari otomobilleri beğenirdi. Ama fazla para vermeye kıyamazdı. Korku ve gerilim filmlerini izlemeyi severdi. Komedi filmlerini tercih etmezdi. En sorunlu, en problemli günlerinde bile gülmece yapımlarını izlemezdi. Canı sıkıldığında, Orhan Gencebay ve İbrahim Tatlıses dinlerdi.
Evde tasarruflu davranmaya dikkat ederdi. Gereksizce lambaları kapatır; boşa harcanan elektriğe acırdı.
Koleksiyon yapabilecek sayıda kol saatine sahipti. Saate meraklıydı; fakat çoğunluğu hediyeydi; para verip satın almazdı. Cep telefonunda da tutumu aynıydı.
Tematik kanalları izlerdi. Bilinen en sevdiği hobisi: Televizyonda tenis maçı seyretmekti; 24 saat oturduğu yerden kalkmazdı. Fenerbahçe futbol takımının koyu taraftarıydı.
TÜREV (Türkiye Engelliler Vakfı) ile yıllardır ortak çalışmalar gerçekleştirdi. Omurilik felçlisi hastaları mutlu etmeye çalıştı: Toplamda 5 bine yakın akülü sandalye sağla(n)dı. Öğrenci okutma ve destek projelerine destek verdi.
Yine kendi ifadelerine göre; kumar yüzünden evini veya arabasını satmadı. Kontrollü kumarı tercih etti. Dönem dönem kazandı; genelleme yaptığında, kumara verilen paranın kayıp olduğuna her zaman inandı. 33 yıldır ‘casino’ları bilirdi/tanırdı.
Kimsenin ekmeği ile oynamadığını iftiharla tekrarlardı.
Son döneminde öncelikle sağlıklı yaşam istedi. Arkasından gelen talebi: İşlerinin iyi gitmesiydi. Yine de hayallerini işi ve yeni projeler süslerdi. 60’lı yaşlara geldiğinde, ‘biraz uslandığına’ inandı. Sanatçıya emeklilik yakışmazdı. Her yaşta uygun rol bulunabilir ve canlandırabilirdi. Köşesine çekilmek daha fazla bunalıma girmekti.
Ağaçlar gibi sanatçılar da ayakta ölürdü/ölmeliydi.
ALİ HİKMET İNCE
Siyasetcafe.com