Kendi ifadesiyle ‘Halk müziğini, türkülerimizi köylü gibi değil de şehirli ağzı ile söyledim,’ diyecekti. Nadir rastlanan ses tonu, protest kişiliği ile müzik tarihimizde farklı yer edindi. İngiliz Rolling Stones dergisince, ‘100 Yılın En İyi 100 Kadın Vokali’ listesinde yer aldı.
Times’ın ‘Dünyanın 81 Efsane Kadın Şarkıcısı’ sıralamasında Selda Bağcan da vardı. Maria Callas ve Edith Piaf gibi anıt isimlerin yanında yer buldu. Yine Avrupalı bir gazetenin haberinde belirttiği gibi, ‘Dünyada pop müzik ya da etnik müzik yapıp hapse giren tek kadın sanatçı’ydı.
Kendisini ‘Solcu!’ diye yaftalayanlara cevabı hazırdı:
‘Evet, solcuyum! Ama sol kesim daha tutucudur. Ben hiçbir fraksiyona dâhil değilim. Düşüncelerim hiçbir şablona uymaz. Adaletsizliğe ve özgürlüklerin kısıtlanmasına karşı duran rasyonel bir solculuk anlayışına sahibim.’
Kibar ve ahenkli konuşurdu. Mesafeliydi, herkese ‘Siz!’ diye hitap ederdi. Sıcak, samimi ve ölçülüydü. Röportaj yapan tanınmış gazetecinin benzetmesiyle, ‘eski Türk filmlerindeki ünlü dublaj sanatçılarını’ anımsatırdı.
Selda Bağcan, ilkokul 1. sınıfta, okul sahnesindeki ilk konserinde
- Babası Olağanüstü Bir Müzisyendi… -
Doğduğu andan itibaren müzikle iç içeydi. Babası, veteriner hekim Selim Bağcan, piyano dâhil bilinen bütün müzik aletlerini çalardı. Saksafondaki ustalığıyla ünlüydü. Hayvanları kurtaran adam, evinde müzikle dinlenirdi. Küçük Selda, daha okula başlamadan müziğe giriş yaptı. İlk kez mandolin ile tanıştı.
Kendi gayretiyle nota okumayı öğrenerek mandolini konuşturmaya başladı. Büyüyünce gitara geçti ve asıl kariyerine adım attı. 1977’de de bağlama çalmaya öğrendi. Kardeşleri de doğuştan müzisyendi. Çocuklar, yazlık sinemada, film başlamadan önce küçük konserler verirdi.
Sempatik bıcırların performansı ilgi ile izlenir ve özgüvenleri yükselirdi. Küçük Selda, 1954’de, ilk solo konserine çıktığında ilkokul birinci sınıf öğrencisiydi. Heyecanlıydı fakat gelecekte ünlü isim olacağının işaretlerini veriyordu.
Hem annesi hem babası memurdu. Ailenin üçüncü çocuğu Selda, 1948’de Muğla’da dünyaya geldi. Oysa söylediği türkülerden ötürü hayranlarınca hep Sivaslı bilindi. Aile kökenleri geniş coğrafyaya yayılmıştı. Babası Selim Bağcan, 1914 Manastır doğumluydu. Ailesi Balkan Savaşı’nda Türkiye’ye göçtü.
Manisa’nın Turgutlu ilçesine yerleştiler. Yanlarında getirebildikleriyle bağ bahçe satın aldılar. Ve bildikleri işle: Rençperlikle uğraştılar. Tütün, pamuk ektiler. Verimli üzüm bağları mevcuttu. Aile güzel sesli hafızlarıyla da bilindi.
Selda Bağcan'ın şöhreti yakaladığı ilk yıllarda çekilmiş bir resmi
- Gitarla 15 Yaşında Tanıştı… -
Anne cenahı da Kafkas göçmeniydi. Bir başka rivayete göre Kırım muhaciriydi. Erzurum’a, sonra Sivas’a, oradan da Bolu’ya Madakbaş köyüne geldiler. Annesi, Fevziye Hanım öğretmendi. - MAH - Milli Emniyet Hizmetleri! - Başkanı Naci Pekel’in eşi Saime Pekel’in yeğeniydi! - 42 yaşında, 4 çocukla dul kaldı. - Baba Selim Bey, Van’da görev yaparken tifodan vefat ettiğinde 46 yaşındaydı! - Aile Ankara’ya Fevziye Hanım’ın kız kardeşinin yanına taşındı. Anne çok muktedir ve disiplinliydi. Bütün çocuklarına yüksek tahsil yaptırdı.
Selda, gitarla tanıştığında 15’indeydi. Teyze oğlunun kırık dökük gitarını aldı. Eksik tellerini taktırdı, onarımını yaptırdı ve çalmaya başladı.
20 yaşına kadar hep yabancı şarkılar söyledi. Ağabeyleri ile hep Batı müziği dinlerdi. The Beatles, The Rolling Stones, The Animals… Evlerinde pikap değil fakat teyp bulunurdu. Üzerindeki makara bantlara saatler süren müzik(ler) kayıtlıydı. Radyodaki Batı müziği saatlerini kaçırmazlar, bir yandan da kaydederlerdi. Anne Fevziye Hanım, çocuklarının musiki kabiliyetini her dönemde destekledi.
Genç Selda, Ankara Radyosu için bantlar hazırladı. İngilizce, İspanyolca ve İtalyanca dillerinde şarkılar söyledi. İspanyolca telaffuzu öylesine mükemmel bulundu ki, kendisi İspanyol Büyükelçisi’ni kızı sanıldı.
20 yaşından sonra, 68 Kuşağı’nın da etkisiyle Türk Halk Müziği ile tanıştı.
Dönemin en önemli sesleri - Cem Karaca, Barış Manço, Fikret Kızılok, Esin Afşar! - gibi halk müziğine yöneldi. Ankara Üniversitesi Fen Fakültesi Fizik Bölümü’nde öğrenciydi. 2. sınıfa devam ederken yeğenlerine, mahalledeki komşu çocuklarına ders verirdi. Cebirde, kimyada, fizikte - öğrencilerinin gözünde! - uzmandı.
Böylesi yoğun atmosferde, arkadaşının teyzesi, ünlü türkücü Saniye Can ile tanıştı. Can’ın yakın çevresi THM sanatçılarıyla çevriliydi.’ Tanıdığı sanatçılardan dinlediği ezgilerden etkilendi. Radyoda Neşet Ertaş’tan ‘Mapushanelere Güneş Doğmuyor’u ‘duyunca kendisinden geçti, çarpıldı’.
Selda'nın 70'li yıllara ait bir resmi
- İlk Menajeri Erkan Özerman’dı… -
Erkan Özerman tarafından keşfedildi. Fakültenin son sınıfındaydı. Şarkı söylüyor, gitar çalıyordu fakat profesyonel şarkıcılık aklında yoktu. Özerman, kendisiyle sözleşme imzaladı. ‘Seni meşhur edeceğim,’ dedi. ‘Müzik dünyası Yahudi patronajın etkisinde/kontrolünde. Adını değiştireceğiz. Selda, ‘Zelda’ olacak. Böylece hızla yükseleceksin!’ Genç Selda öneriye itiraz etti. ‘Ben Selda’yım, Zelda olamam,’ diyecekti. Ama Özerman da bildiğini yapacaktı.
Bağcan Ailesi Ankara’da serpildi, müzik dünyasında kendilerini tanıttı.
Bağcan Kardeşlerin kurduğu orkestra çeşitli gece kulüplerinde çalıştı. ‘Van Gogh’, ünlü eğlence yeriydi. Burada tanındılar ve sevildiler. Sonra kendi mekânlarını açtılar: Beethoven ortaya çıktı. 1970’de faaliyete geçirilen ‘Beethoven’ kısa sürede çok nezih gece kulübü haline geldi.
Selda Bağcan da, kulüp sahiplerinin kız kardeşi sıfatıyla mekânda assolist muamelesi gördü. Sahneye en son çıktı, gitar çalıp şarkı söyledi. - Türkiye’nin en bilinen sesleri de mekânda çalıştı. İlk akla gelenler arasında Cem Karaca, Barış Manço, Fikret Kızılok ve Esin Afşar sayılabilirdi! –
Anadolu folk akımın ‘Tatlı Dillim, Güler Yüzlüm’, ‘Kâtip Arzuhâlim Yaz Yâre Böyle’ gibi ilk özgün parçalarını seslendirdi.
Büyük ilgi gördü, zevkle dinlendi. Düzenlemesini yaptığı otantik türküler, haberi ve izni olmadan plağa da okundu. Bağcan’ın bir röportajında belirttiğine göre, ‘Cem Karaca ‘Tatlı Dillim’i, Barış Manço da ‘Kâtip Arzuhâlim Yaz Yare Böyle’yi plak yaptı.’
Erkan Özerman’ın firmasından ‘Zelda’ adıyla plakları çıktı. Kendi anlatımına göre, Zelda çok ünlendi. 90’da, festivale katılmak için İsrail’e gittiğinde sürprizle karşılaştı. Bindiği taksinin şoförü tarafından hemen tanındı ve kendisine ‘Zelda! Zelda!’ diye hitap edildi.
- İlk 45’lik Plağı ‘Kâtip Arzuhâlim Yaz Yâre Böyle’ydi… -
Selda'nın 70'li yıllardaki resmi
1971’de piyasaya verilen ‘Kâtip Arzuhâlim Yaz Yâre Böyle / Mahpushane İçinde Mermerden Direk’ 45’liği çıkar çıkmaz patladı. Bir milyon adetten fazla sattı. Hemen ardından yayınlanan ikinci plağı, ‘Tatlı Dillim Güler Yüzlüm / Mahpushanelere Güneş Doğmuyor’ ilki kadar ilgi gördü. Gencecik şarkıcının kısa sürede kazandığı başarı göz kamaştırıcıydı.
1972’de Dışişleri Bakanlığı’nın daveti üzerine Bulgaristan’da düzenlenen ‘Altın Orfe Müzik Festivali’nde Türkiye’yi temsil etti. 1971 - 1974 arasında 17 tane 45’lik plağı piyasaya verildi. Sesini ve özgün üslubunu kabul ettirdi. Anadolu pop rock anlayışı zenginleşti, şarkıları geniş kitlelere ulaştı, - hatta biraz iddialı ifade gibi görülse de! - slogan haline geldi/gibi kullanıldı.
Selda Bağcan ilk stüdyo çalışmalarını Ankara’da yaptı. Reklam ajansı sahibi Türkan Poyraz’ın desteğini gördü, kayıt imkânlarını kullandı. Türkan Hanım çok güçlü/etkin ilişkilere sahipti. TRT’de sözü geçerdi.
Kurumun Repertuvar Kurulu’ndan yeni şarkıların geçmesi/’yayınlanabilir’ onayının alınması zordu. Ama Türkan Poyraz’ın yardımıyla ‘Mapushanelere Güneş Doğmuyor’ şarkısı denetimden başarı ile çıktı. Fakat yasaklamalar da ard arda geldi. 1972’de, TRT Televizyonu ve Radyoları’nda ‘Mapushanelere Güneş Doğmuyor’ yasaklandı. Bağcan’ın ifadesine göre TRT Denetimi, ‘Neşet Ertaş’a ait parçanın temasıyla Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan’ın durumları arasında bağlantı kurdu. Türkünün 3 Sol eylemciye ithaf edildiğine inanıldı’.
Bir diğer rivayet de: Şarkıyı seslendiren Selda Bağcan ile Deniz Gezmiş arasında aşk ilişkisi iddiasıydı. Hatta ikili arasında açıklanmamış nişan mevcuttu. Bağcan’ın yayılan dedikodudan haberi yoktu. - 1976’da, bir konser öncesi kuliste gazetecilerin sorusu üzerine haberdar oldu! -
Tutuklulara radyo dinlemesi serbestti. Şarkıları çalındığından, Gezmiş ve arkadaşları, Selda Bağcan’ın sesini ve ismini tanıyordu.
Oysa Deniz Gezmiş ve Selda Bağcan ne bir araya geldi ve ne de yüz yüze tanıştı.
Selda'nın doldurduğu bir 45'lik plak kapağı
- 20 Yıl Süren Yasaklamalar… -
1992’ye kadar TRT’de sesi duyulmadı, yüzü görünmedi. Ekran yasağı 20 yıl sürdü.
1977’de, ilk kez sanık sandalyesine oturdu. 1976’da yayınlanan albümünde, ‘Vurulduk Ey Halkım Unutma Bizi’ şarkısı yüzünden soruşturma açıldı
12 Eylül askeri yönetiminde şarkılarından ötürü 1981’de bir kez, 1984’de 2 kez cezaevine girdi. 3 hapis sürecini de Metris Askeri Cezaevi’nde geçirdi. Toplamda 4,5 ay mevkuf kaldı.
7 ayrı davadan yargılandı ve mahkemeleri 9 yıl sürdü. Sonuçta bütün soruşturmalardan aklandı. Bir röportajında belirttiğine göre, ‘Solcu arkadaşları tarafından yalnız bırakıldı.’ Zeki Müren hep aradı ve halini hatırını sordu. Müren’in adını hürmet ve takdirle hatırladı. Seyyal Taner en yakın arkadaşıydı, sürekli yanındaydı. Müjde Ar yalnız bırakmadı. Müjdat Gezen de her serbest kalışında ziyaretine geldi.
Devrimci şair Hasan Hüseyin Korkmazgil’in ‘Koçero Vatan Şiiri’ adlı şiir kitabı 1976’da neşredildi. Selda Bağcan, betiğe adını veren Koçero’nun - Çok ünlü bir eşkıya idi! - dizelerini çok beğendi. 1978’de besteledi. Fakat Türkiye’de plak/kaset yapmaya cesaret edemedi. Almanya’da yayınladı.
Korsan baskılar ülkemize girince, Siyasi Şube’nin dikkatini çekti ve soruşturma açıldı. Bir gün, evine sivil polisler geldi. İfadesi alınmak üzere götürüldü.
Birinci Şube’de kaset dinletilip soruldu:
‘Şarkıyı söyleyen sen misin?’ ‘Benim!’ diye karşılık verdi. İnkâr etmek aklına gelmedi. Bir röportajında sorgu sırasında karşılaştığı/yaşadığı durumu anlattı: ‘İyi ki de inkâr etmemişim. Yoksa işkenceye götüreceklerdi. Hücrede kalıyorduk. Çişimizi süt kutularına yapıyorduk. Gözetim altında hayat zordu.’
Selda Bağcan, babasının mezarının başında
- Adnan Kahveci Sayesinde Pasaportuna Kavuşabildi… -
Beraat etti fakat şarkı yasaklıydı. Bir de yurt dışına çıkma engeli getirildi. 1987’ye kadar pasaportuna el konuldu. Sonra bir arkadaşı vasıtasıyla Adnan Kahveci’ye ulaştı. Rahmetli Kahveci, sanatçı dostuydu. Pasaportunun geri verilmesine aracılık yaptı. Sonra Kahveci Ailesi ile samimiyetini ilerletti. Hatta evinde yemeğe davet etti.
‘Sordum çiftlik sahibine/Dedi ki babamdan kaldı’ dizeleriyle başlayan ‘Kaldı Kaldı’ şarkısından dolayı gözetim altına alındı. Soruşturmadan sonra Metris’e gönderildi. Tutuklandığı gün, Devrimci mahkûmların kaldığı koğuşlarda büyük gürültü koptu.
Sloganlar, marşlarla ve türküleriyle karşılandı. Bağcan, 2 tutuklanışında da, ‘işkence görmediğini’ özellikle tekrarlayacaktı. Kendisiyle röportaj yapan gazeteciye, ‘Suyolu yaptık mahpus damını,’ diyerek kadere rızasını gösterecekti.
Selda Bağcan, 1980 öncesinde, yurt dışında özellikle de Almanya’da konserler verdi, festivallere katıldı. Yanında da Cem Karaca ve Zülfi Livaneli bulunurdu.
Yakın çevrenin rivayetlerine göre Karaca ile aralarında yoğun duygu ilişkisi - aşk! - vardı. Cem Karaca’nın kendisine aşk mektupları yolladığı konuşuldu. Ama Bağcan her sorulduğunda duygusal ilişkinin mevcudiyetini reddetti. Karaca şairdi. Peçetelerin üzerine dizeler yazardı. Çevresine okur, duygularını paylaşırdı.
1979’daki Almanya turnesinde yaşayacağı olay başına iş açacaktı. Selda Bağcan muhalif kimliği ile tanınırdı. Cem Karaca ile birlikte mitinge katıldı. Karaca’nın sol elinde market torbası, sağ elinde ise megafon vardı. Sürekli ‘Internationale Solidarität’ - Uluslararası Dayanışma! - diye bağırıyordu.
Şarkıcı Selda ilk aldığı otomobiliyle
- Bağcan’a Kurulan Tezgâh… -
Bağcan, 27 Nisan 1980’de yurda döndü. Darbeden 6 ay sonra, Bab-ı Ali’de ‘Amiral Gemisi’ diye nitelenen gazetenin yan ürünlerinden bir magazinde, Cem Karaca ile yürüyüşte çekilmiş resminin yayınlandığını gördü. Bağcan’a göre, ‘oyuna getirildi.’ Cem Karaca’dan intikam alınmak istenirken, kendisi de dâhil edildi. Karaca’nın o günlerde birlikte yaşadığı hanımın eski kocası, magazinin sorumlu müdürüydü.
Bağcan da, hanım ile Cem Karaca’yı tanıştırandı. Yine Bağcan’ın iddiasına bakılırsa eski eş, ilginç açıklama yaptı: ‘Seni fotoğraftan çıkarabilirdim ama intikam aldım!’ Kaptan-ı deryanın gemisi de aynı olayı manşetine taşıdı: ‘Yurt dışında ülke aleyhine yürüyen sanatçılar!’
Baskılar üst üste geldi. 12 Eylül Darbesi’nden 6 ay sonra, ‘Yurda Dön!’ çağrısı yapıldı. Bir gün öğle vaktinde nohut yemeği pişiriyordu. Ankara’dan türkücü Saniye Can telefonla aradı. ‘Radyoda sen varsın!’ dedi. TRT’de yasaklıydı. ‘Mümkün değil, şarkılarımı kullanamazlar,’ diye karşılık verdi. Plakları çalınmıyordu.
Şarkıcıya duyuru yapılıyordu: ‘Yurda Dön!’ Telefonlar da dinleniyordu. Can, ‘Dikkatli olun! Telefonlara kanca atılmış!’ diye uyardı. ‘Keşke dinleseler, dışarıda olmadığımı anlarlardı!’
Can, Selimiye’de görevli askeri bir savcı tanıyordu. Bağlantı kurmasını önerdi.
Ertesi gün pasaportunu yanına aldı ve bavulunu hazırladı. ‘Tutuklanırım,’ endişesiyle fazladan iç çamaşırı ve pijama koydu. - Kaldığı apartmanın kapıcısı bile yöneticiye ‘Kaçıyor!’ diye ihbarda bulunacaktı. Apartman idarecisi de muhtarın yanında soluğu alacaktı! - Bağcan, Selimiye’ye gitti. Askeri savcıya bildiği her şeyi anlattı.
Karaca’nın manşete çekilen mitingde ne söylediği soruldu. Melike Demirağ’ı tanıyıp tanımadığı öğrenilmeye çalışıldı. Bağcan’a göre savcı, adı geçen herkesi bir örgütün içine sokmaya çalışıyordu. Adı da: ‘Sanatçılar Örgütü’ydü! Gerçeği itiraf edemedi ama içinden geçirdi: ‘Sanatçılar aynı örgütte bulunamaz! Çünkü aralarında ciddi rekabet mevcut… Bu yüzden sendikaları bile yok!’
İfadesinin ardından serbest bırakıldı. Kendisine resmi belge verilmedi. ‘Bir şey olursa, bizi ararsın!’ denildi.
Selda bir konserde gitar çalarken
- Evini Basan Thompsonlu Polisler… -
Dönüşünde yine sürprizle karşılaşacaktı. Bağcan’ın bir röportajında anlattığına göre, ellerinde Thompson taşıyan 8 polis, evin kapısını tekmeleyip içeriye girmişti. Aynı evde kalan arkadaşı Ferhan duştan acele ile çıkmış, gördükleri karşısında dili tutulmuş ve adını dâhi söyleyememişti. Bağcan, Selimiye’deki sorgudan sonra serbest bırakıldığını belirtti. Polis şefi inandı. Samimiyet hâsıl etmek için duvarda asılı duran sazı gösterdi: ‘Çalar mısınız?’ Selda Bağcan’ın korkudan dizlerinin bağı çözülmüştü. Bağlama çalması önerisini geri çevirdi: ‘Kusura bakmayın! Hiç müsait değilim,’ diyebildi.
Bağcan’ın 1980 ile 1987’e arasında pasaportuna el konuldu. Festivallere davet edildiğinde gidemiyordu. 1986’da Peter Gabriel tarafından desteklenen Womad Vakfı’nca organize edilen uluslar arası şenliğe çağrıldı. İştirak edemedi. Ancak festival sonunda çıkarılan müşterek plakta bestesine yer verildi. Uzun hava formunda düzenlenmiş eser büyük ilgi gördü.
Görünmeyen yasak 20 yıl boyunca titizlikle uygulandı.
Hırsından ne yapacağını bilemedi. Yayınladığı onlarca albümü yeterince duyuramadı. Kendi yorumuna göre, ‘Hiçbir sanatçı kendisine reva görülen eziyeti çekmemişti!’ Mesela ‘Koçero’ adlı albümü ülkesinde yasaklıyken, Almanya’da yok satıyordu. Türkiye’ye bir yerlerden korsan kasetleri geliyor, Bağcan’a da karşıdan bakmak düşüyordu.
Çektiği onca maddi sıkıntıya ve engellemeye karşın mücadeleden vazgeçmedi. Korktuğu anlar da oldu. Fakat belli etmedi. ‘Ürktüğünü görenler daha çok üzerine gelebilirdi.’
Bağcan’ın hayatında sevinmesini sağlayan sürprizler de vardı. Anlatımına göre, ‘Ahmet Kaya’yı keşfeden kişiydi. Hatta Kaya’nın ilk kaseti ‘Acılara Tutunmak’ın da yapımcısıydı.’
Selda bir konser öncesi yapılan provada
- Ahmet Kaya İle Tanışması… -
Kaya ile 1985’de tanıştı. Gülten (Hayaloğlu) Kaya, cezaevi arkadaşıydı, aynı koğuşta kalmışlardı. Ağabeyi Sezer Bağcan ‘Değişim Stüdyosu’ isimli müzik yapım firmasının sahibiydi. Selda da burada çalışmalarını sürdürüyordu. Bir gün, Gülten Hayaloğlu - 4,5 yıl hapis yatmıştı! -, Ahmet Kaya adlı gençle çıkageldi. Ahmet’i tanıttı, çalışmalarını kısaca anlattı.
Kaya, ‘Abla! Albüm yapmak istiyorum. Yardımcı olur musun?’ diye sordu. Selda gülümsedi: ‘Çal bakalım kardeş! Bir görelim, dinleyelim seni,’ dedi. Sonuçtan memnun kaldı. ‘Ağlama Bebeğim’ şarkısını işitince gözyaşlarını tutamadı.
Ahmet Kaya, Gülten Hayaloğlu ile evlendi. Daha sonra pek çok meşhur protest parçaya imzasını atacaktı.
1993’de, Kemalist yazar Uğur Mumcu menfur suikast sonucunda hayatını yitirdi. Bağcan, cinayete kayıtsız kalmadı. İçindeki acıyı dillendiren gazeteci Ali Çınar’a ait şiiri besteledi. ‘Uğurlar Olsun!’ ortaya çıktı, kalabalıklara ses oldu. Yine aynı yıl, Türkiye büyük acı ve yıkım yaşadı. ‘Madımak Oteli Katliamı’nda hayatını kaybedenler için ‘Canımı Yakanlar Baktı Dumana’ parçasını seslendirdi.
2000’de ciddi trafik kazası geçirdi. Antalya’ya giderken otomobili devrildi. Birinci ve yedinci boyun omurları kırıldı. Çok ağır şekilde yaralandı. Tedavi süreci uzun sürdü. Çelik iskelet kullanmak zorunda kaldı.
- ‘İnce İnce Bir Kar Yağar’ Pek Çok Dile Çevrildi… -
2006’da, İngiltere’de bir müzik yapım firması, ‘Türkülerimiz 2’ - Anadolu folk rock tarzı! - adlı albümünü yeniden yayınladı. ‘İnce İnce Bir Kar Yağar’ hit oldu. ‘Yaylalar’ zirveye çıktı. Parça pek çok yabancı dile çevrilip söylendi. Bir kadın solist, İspanyolcasını seslendirdi.
İngiliz firma, Türkiye’deki sahibinden izin almadan, albümü ABD’ye sattı. Oradan bütün dünyaya yayıldı, çok ünlendi fakat malikine para kazandırmadı. Bağcan’ın beyanına göre, eline 10 bin lira gibi cüzi sayılabilecek miktar geçti. Amerika’da tutulan avukatlar vasıtasıyla hak arama girişimleri ise sonuçsuz kaldı.
2010 Grammy Ödülleri’nde ‘En İyi Rap Albüm’ ve ‘En İyi Performans’ dallarında aday gösterilen hip-hop sanatçısı Mos Def, ‘The Ecstatics’ adlı albümünde Bağcan’a jest yaptı: ‘İnce İnce Bir Kar Yağar’ türküsüne yer verdi.
Barselona’da düzenlenen ‘Primavera Sound 2016’da, dünyanın çeşitli yerlerinden gelen müzikseverler Selda Bağcan’a şarkılarında eşlik etti. ‘İnce İnce Bir Kar Yağar’a büyük alaka gösterildi. Adı geçen parça, Bağcan’ın en sevdiği ve dünyada en bilinen düzenlemesiydi.
‘İnce İnce Bir Kar Yağar’, ‘Yaylalar’, ‘Mehmet Emmi’, ‘Yaz Gazeteci’ gibi çalışmaları pek çok yabancı dile çevrilip söylendi. İbranice bile okundu.
İnternetin yaygın kullanımı dinleyici/izleyici kitlesini olağanüstü büyüttü. Bağcan, videolarına yapılan yorumların çoğunu okurdu. Muhafazakâr ve milliyetçi kesimlerden de çok sayıdaki fanının varlığını görebiliyordu. Parçalarına gösterilen yoğun ilgiden - 250 milyon kez dinlenilmişti! - ötürü Youtube’dan tebrik mektubu ve plaket alacaktı.
Selda'nın Sel Plakçılık'tan çıkan 'Tatlı Dillim Gülür Yüzlüm' adlı 45'lik plağının kapağı
- Ünlü Aktör Elijah Wood’un Selda Bağcan Hayranlığı… -
‘Yüzüklerin Efendisi’ üçlemesinde Frodo karakterini canlandıran ünlü aktör Elijah Wood da Selda Bağcan’ın hayranıydı. Bir konserini izledi, sonra önünde saygıyla diz çöktü ve albümünü imzalattı.
Böylesi heyecanlı, hareketli, inişli çıkışlı renkli yaşama karşın aşkta aradığını bulamadı. Sözlerini yazdığı şarkıların çoğunda dile getirdiği sevgi yumakları başka kişilere aitti. Dizeleri şair Ahmet Telli’ye ait ‘Gün Biter Gülüşün Kalır Bende’ye konu edilen de 3. şahıslara ait yasak ilişkiydi. Bestecinin/solistin önünde yaşanmıştı, bire bir şahidiydi.
Zengin şahsi arşive sahipti. Plaklarını, kasetlerini ve CD’lerini toplayabilmişti. 1977/1978 döneminde yayınlanan ‘Aldırma Gönül’ adlı 45’lik plağın bir nüshasını edinememişti. Bir gün, Amerika’dan bir genç röportaj yapmak için yanına geldi.
Elinde de imzalatmak için ‘Aldırma Gönül’ vardı. Hemen heyecanla atıldı: ‘Ver şunu bana!’ Hayranı şaşırdı fakat denileni yapmak zorunda kaldı. Belgeliğindeki eksiği de böyle tamamladı.
Müzikte ayrım yapmadı. Arabesk dâhil hepsini dinledi. İbrahim Tatlıses’in seslendirdiği bestelerin çoğunu kaliteli buldu.
Klasik sinema hayatında ayrı yer tutardı. Çocukluğunda ‘Spartacus’u seyretti. Kölelerin - zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyleri olmayanlar! - isyanını anlatan ünlü filmi… Sonra ‘Doktor Jivago’yu… ‘Ekim İhtilali’ ancak böylesi görkemli destana sığdırılabilirdi. Amerikan iç savaşını anlatan ‘Gone with the Wind’ - Rüzgâr Gibi Geçti! -‘den çok etkilendi. Filmi izledikten sonra romanı da okudu.
- Alevi Değildi Ama Onlara Çok Şey Borçluydu… -
‘Hayvanlara gösterdiği aşırı sevgi’ baba mirasıydı. Selim Bağcan da hayvanlara sevgi ve şefkatle yaklaşırdı. Kedileri için - tam 42 tane! - Bodrum’da ‘Kedi Evi’ Açtı. ‘Tek lüksüm!’ dediği mırnavlarına bütün servetini harcamaya kararlıydı.
Alanlarında isim yapmış kadın sanatçıların hayat hikâyelerinin işlendiği ‘Asi Kızlara Uykudan Önce Hikâyeler’ kitabında yer alan tek Türk’tü.
Alevi değildi fakat olmayı çok isterdi. Bugünlere gelmesini, müziğinin yaygınlaşmasını onlara borçluydu. ‘TRT’de yasaklı olduğumda, türkülerimi bugünlere sırtlarında taşıdılar,’ diyecekti.
Sol düşünceye mensupluğunu da saklama gereği görmedi. Ama şahsi anlayışını da açıklamaktan geri durmadı. O’na göre, ‘Sol kesim tutucu’ydu. Bir fraksiyona mensubiyet hissetmedi. Beyanına göre, ‘fikirleri hiçbir şablona uymaz’dı! Adaletsizliğe ve özgürlüklerin kısıtlanmasına karşı duran müktesebata sahipti. ‘Uygurların başına çuval geçirilmesine üzüldü, protesto etti!’
Hiç evlenmedi. Kendi ifadesiyle, ‘Beğendiklerim beni beğenmedi. Beğenenleri de ben beğenmedim,’ diyecekti. Tarık Akan’ı çok yakışıklı bulurdu fakat yolları hiç kesişmedi. ‘Kartpostal gibi adamdı. Evde her yere posterini asmıştım!’ diyecekti.
Çocuk özlemi duydu. İngiltere’de yaşayan erkek kardeşi ilginç öneri getirdi: ‘Sana buradaki bankadan bilim adamı spermi alalım!’ Bir süre düşündü. Çok pahalıya mal olacağından vazgeçti, yeterince parası yoktu. ‘Babası bilinmeyen çocuk doğurmak riskliydi!’ Muhafazakâr yapısına da yakıştıramadı.
- Hayatında Hiç Açık Saçık Giyinmedi… -
Muhafazakârlığı pek bilinmezdi. Kafa, giyim ve hayat tarzında kendisini gelenekçi çizgide görürdü. Ölçüleri ailesinden mirastı. Kapalı giyinenlere saygı duyardı. Türban takmasına karşın aşırı makyaj yapanlara ve dar giyinenlere şaşırırdı.
Zeki Müren’le aynı gazinolarda çalıştı. Müzeyyen Senar’ın solist altı kadrosundaydı. Gazino programlarındaki giysileri de ‘ölçülü’ydü. ‘Hayatımda hiç açık giymedim!’ diyecekti.
Selda Bağcan, Yeşilçam’ın da dikkatini çekti. 1971’de, ilk sinema filmi, ‘Adaletin Bu Mu Dünya’da Önder Somer ile başrolleri paylaştı. 1972’de, ‘Afacan Harika Çocuk’ta rol aldı. Sadri Alışık, Zeynep Aksu, Murat Soydan, Hulusi Kentmen ve Kayhan Yıldızoğlu diğer önemli isimlerdi.
1992’de de ‘Kurşun Adres Sormaz’ın film müziklerini hazırladı.
Hayatı boyunca lükse karşı çıktı. İsrafın her türlüsüne karşısıydı. Son model, pahalı, görkemli otomobile binmeyi şımarıklık saydı. ‘İnsanların yoksulluk içinde yaşadığı, açlıktan öldüğü aynı dünyayı paylaştığımız unutulmamalıydı!’
Bodrum’da bir yazlığa, İstanbul Etiler’de - 50 metrekare genişliğinde! - daireye sahipti. Oturduğu evde kiracıydı. 1993’de döviz kredisiyle bir konut satın aldı. Fakat haciz yoluyla yitirdi ve borcunu da tam 20 kat fazlasıyla 20 yıllık süreçte kapatabildi. Stresten şeker hastası oldu. Kendi beyanıyla ‘İntihar etmeyi bile düşündü!’ 20 yıllık kazancı gitti, birikimi sıfırlandı. Son yıllarında kısmi rahata erebildi. Sigortadan emekliydi. Bir de annesinden dolayı yetim maaşı alıyordu.
Her işini kendisi yapardı. Ofisinde de bütün işlerin sorumlusuydu. Şirketinin - Majör Müzik Yapım! - muhasebesine bakar, çaycılığını yapar, yerleri paspaslardı.
Nihai hedefi vakıf kurmaktı. Eserlerinin telif haklarını güvence altına almak istiyordu. Dileğini vasiyetinde de belirtti.
ALİ HİKMET İNCE
YOUTUBE KANALIMIZA ABONE OLMAYI UNUTMAYIN!
Siyasetcafe.com