Seçime bir hafta kala kamuoyu araştırma şirketlerinin elde ettiği sonuçlar Cumhur İttifakı’nı tatmin etmedi; aksine biraz rahatsız etti. Sessizleşen seçim arenası/meydanı aniden ısındı ve ittifak liderleri İstanbul’a çıkarma yaptı. İstanbul’un kaybedilmesinin, kısa ve uzun vadede kalıcı/etkin politik sonuçlar doğurabileceğini gören AK Parti ve MHP kadroları son haftayı olabildiğince değerlendirme/kazanca çevirme peşinde… İstanbul’a ilk gelen MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’ydi. Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın da Tacikistan’daki toplantının ardından İstanbul’a döndü.
Devlet Bahçeli
Bayramdan sonraki ilk haftaydı. Tansiyon bir anda normale indi. Suçlamalar kesildi; bayram öncesinin sert, kırıcı, keskin iddiaları aniden halının altına süpürüldü. İstanbul’da sahaya çıkacağı söylenen Cumhur İttifakı’nın iki önemli ismi Erdoğan ve Bahçeli Ankara’da kalmayı yeğledi. Süleyman Soylu dışında hükümet cenahından kimse ortalarda görünmüyordu. MHP tarafında da Genel Başkan Yardımcısı Prof. Semih Yalçın İstanbul’daydı.
- Cumhur İttifakı’nın Strateji Değişikliği… -
Ankara’dan görünen manzara: Cumhur İttifakı’nın lokomotifi AKP’nin siyasetinde değişikliğe gittiğini yolundaydı. Parti kurmaylarının, danışmanların ve kampanya yürütücü şirketlerin 31 Mart’a kadar sürdürdükleri tavır neden aniden değişmişti?
AKP kurmayları; her seçim döneminde belli aralıklarla halkın nabzını tutardı; eğilimlerini - mümkün olabildiğince doğru şekilde! - öğrenmeye çalışırdı. Her seçimde farklı stratejiler/seçenekler benimsemeleri, tematik değişikliklere gitmeleri de alışılagelmiş davranışlarıydı.
Ancak 23 Haziran Pazar günü yapılacak seçimlere az süre kala ciddi politika değişikliğinin nedenleri merak ediliyordu.
Başkent kulislerine sızan haberlere göre; İstanbul seçimlerinin sonuçları ne çıkarsa çıksın AKP’de temel politik değişiklikler görülecek ve hissedilecekti. Türkiye İttifakı söyleminin altı doldurulacak ve cazibe merkezi haline gelmesi için çalışılacaktı. Türkiye İttifakı’ndan en önemli beklenti: HDP tabanından maksimum oranda oy alabilmekti. Ya da başka bir ifadeyle; Doğu ve Güney Doğu kökenli eski AKP seçmenlerinin yuvaya dönüşünü sağlayabilmekti. AKP’nin İstanbul Büyük Şehir Belediyesi Başkan Adayı Binali Yıldırım’ın son gezilerinde, İstanbul’da vatandaşla sıcak temas trafiğinde yanından ayırmadığı bölge milletvekilleri iddianın ispatı gibi görünüyordu.
Binali Yıldırım
AKP; İstanbul’da seçim kazanmanın iki seçenekli bir yoldan geçtiğini biliyordu. İlk seçenek: Doğu ve Güney Doğu kökenli vatandaşlarımızın oyunu almak, ya da verdikleri rey oranını artırmaktı. İkinci ve daha zor şıksa: Sandığa ve partisine küsen - çoğunluğu AKP’li olduğu iddia edilen! - seçmeni ikna edip sandığa çekebilmekti.
- Gündeme Gelmesi Olası Erken Genel Seçim… -
AKP’nin uzun erimdeki başka bir hedefi de: Yalnız İstanbul’da değil, muhtemel/yakında yapılabilecek bir genel seçimde de seçmen kitlesinde en yüksek nispette pekişimi sağlamaktı.
AKP kurmaylarının önemli kesimi İstanbul seçimlerinin büyütülmesini, genel seçim havasına/yarışına sokulmasını hata şeklinde değerlendiriyordu. ‘Mutlak zafer!’ gibi bir düşüncenin/beklentinin de tabanı olumsuz etkilediğini, konsantrasyonu bozduğunu/zorladığını savunuyordu. Zamansız, ani, beklenilmeyen taktik değişikliklerin hızlı sonuç vermemesi de tabanda çalışma yapan AKP’li gönüllülerini/görevlilerini zora düşürüyordu/sokuyordu.
Bir başka eleştiri de: Uzun süreli iktidara alışan/alışkın parti yönetiminin halkın nabzını/eğilimlerini saptamada geç/beceriksiz kalmasıydı; halkın şikâyetlerini/tenkitlerini kaale almamasıydı. Özellikle ekonomik konulardaki eleştirmelere cevap bulunmakta zorluk çekiliyordu. İstanbul’un pahalı, yaşanılması zor bir şehir haline geldiği biçimindeki algılamayı AKP yönetimi ve kadroları kabullen(e)miyordu.
- Başkanlık Sistemi, Seçim Kazanmayı Zorlaştırdı… -
Başkanlık Sistemi’nin gelmesiyle siyasette kazanım çıtasının yükseldiğini, daha çok terlemenin gerektiği de görmezden geliniyordu.
AKP kaynaklı duyumlar arasında çok ilginç bir tespit de vardı: Binali Yıldırım’ın 2. kampanya dönemindeki çalışmaları da yeterli görülmüyordu. Partiye özel kamuoyu araştırmalarında Tayyip Erdoğan’ın aktif rol almadığı kampanyaların etkisinin çok sınırlı - benzetme yerindeyse; ‘sabun köpüğü’ gibi! - kalıyordu. Cumhurbaşkanı Erdoğan; her seferinde AKP’yi tek başına sırtlanıyordu; kadrolar da Reis’in bulunmadığı taban çalışmalarına şevkle katılmıyordu. İşte bu yüzden de Cumhurbaşkanı Erdoğan; son hafta İstanbul’da mitinglere başlama kararını verdi.
AKP; Yıldırım ile İmamoğlu arasındaki canlı yayınlanacak tartışmaya da pek bel bağlamışa benzemiyordu. Hatta moderatörün Yıldırım tarafından önerilmesi/kabullenilmesi bile şaşkınlık yaratmıştı. Programın İmamoğlu’nu daha öne çıkaracağını, imajını/iddiasını parlatacağını savunanların sayısı az değildi. Her iki siyasetçinin sakin, öncelikle kendi söyleyeceklerini aktaran, demokrat görünmelerine karşın; yorgun, aşırı baskı altında ve bıkkın psikolojileri programda olumsuz, görülmesi/duyulması hoş karşılanmayacak hareketlere/söylemlere yol açabilir miydi? Bir siyaset sosyologuna göre; İmamoğlu; Yıldırım karşısında maça epey önde başlıyordu. Yıldırım’ın açıkladığı yeni vaatlerine, İmamoğlu’nun ‘Şimdiye kadar neden yapmadınız?’ diye sorması bile ibreyi kendi yönüne çevirmesine yetebilecekti.
Ekrem İmamoğlu
- Sayın Cumhurbaşkanı’nın Sahaya Çıkmak Zorunda Bırakılması… -
AKP yönetimi; Tayyip Erdoğan’ın sahaya inip topa girmesini ve formunu göstermesini bekliyordu. Önümüzdeki hafta, Pazartesi ile Cumartesi arasındaki 6 gün çok iyi değerlendirilecek ve küskünlerin gönlü alınacaktı. Ekonomideki sıkıntıların konjonktürel/geçici olduğu savunulacaktı. Erdoğan; bir kere daha sözüne güvenilmesini ve sabır gösterilmesini isteyecekti.
Bazı hükümet üyelerinin ve AKP kurmaylarının da İstanbul’daki kampanyanın son haftasına ciddi ölçüde katkı vermeleri bekleniyordu.
Tarafların hedeflerinde iki önemli kitle vardı. Yıldırım tarafı; Doğu ve Güney Doğu kökenli seçmenlerin kalbini yeniden kazanmaya çalışıyordu. Bölgeden getirilen kanaat önderlerinin etkisi de seçim sonunda görülebilecekti.
İmamoğlu ise; Yıldırım’ın yeni hedef kitlesinin kendisini bırakmayacağını, desteğini sürdüreceğini tekrarlıyordu.
- Türk Siyasetinde Karadenizli Ağırlığı… -
İmamoğlu’nun yüksek oy aldığı sosyal kesimler de projeksiyon altındaydı. İmamoğlu; Karadeniz kökenli İstanbul seçmenleriyle samimiyetini - gittikçe! - pekiştiriyordu/geliştiriyordu. Başarısı için hemşerilerinden yardım bekliyordu. Karadenizlilerin birbirlerine tutkunluğunu biliniyordu. İmamoğlu da tıpkı Erdoğan, Topbaş gibi Karadeniz kökenliydi. İstanbul’da Trabzon, Giresun, Ordu, Rize ve Artvin’den göçen seçmen sayısı - tahminen! - 2,5 - 3 milyon arasındaydı.
Kemal Kılıçdaroğlu
Her iki taraf da mutlak zafer bekliyordu. Cumhur İttifakı’nın seçimi kazanması muhtemel siyasî gelişmeleri frenleyebilecekti. Millet İttifakı’nın başarısı ise; Türkiye’nin yakın gelecekteki siyasî gündemini yeni baştan düzenleyecekti. Bu yüzden iki taraf da olanca gücü ile seçime asılıyordu; sonucu az hasarla atlatıp, ipi birinci göğüslemeyi amaçlıyordu.
Taraftarını en yüksek oranda sandığa götürebilen/götürmeyi başaran kanat seçimin mutlak galibiydi. Ama bir diğer galibiyet sağlayabilecek unsur ise; seçimden çekilip oylarını serbest bırakan ya da desteğini açıklayan partilerin taraftarlarının tavırlarıydı.
Bir anket firmasının iddiasına göre; 23 Haziran 2019 Pazar günü yapılacak seçimde, iki kanat arasındaki oy farkı en az 250 - 300 bin civarında beklenmeliydi. Rakam küçümsenmemeli, üzerinde ciddi şekilde durulmalı; sebep/sonuç ilişkileri incelenmeliydi.
Recep Tayyip Erdoğan
Ama görünen manzara: Bıçak Sırtında Yapılan Vals’di.
ALİ HİKMET İNCE
SİYASETCAFE.COM