Adının anlamına uygun yaşadı: Belgin ‘zirvedeki kadın’ demekti. Soyadı da pozisyonunu perçinledi: Doruk… Yeşilçam’ın Küçük Hanımefendisi’ni Belgin Doruk’a verilen ad ve aile soyadı; O’nun yaşayacağı hayat serüveninin özetiydi: Daima en yüksekte, zirvede…
Belgin Doruk; 28 Haziran 1936’da Ankara’da dünyaya geldi. Sinema tutkunu, sanat aşığı, duygu dolu annenin ilk kızıydı. Refet (Doruk) Hanım, resim yapardı; şiir yazardı; her hafta düzenli sinemaya gidip en yeni filmleri seyrederdi. Greta Garbo hayranıydı; benze(til)mekten pek hoşnuttu. İki kızına da sinema sevgisi, edebiyat dostluğu/tiryakiliği aşıladı. Cumhuriyet’in ilk on yılını yaşayan; yeni başkent Ankara’ya yakışan örnek hanımlarındandı. Fizan Mutasarrıfı (Valisi) Süleyman Hayri Bey’in kerimesiydi. Aynı zamanda da son derece otoriter ve söz dinleticiydi. Son 30 yılını Belgin Doruk’un yanında/evinde geçirdi. Torunu Aydın Birsel’in anlatımına göre; ölünceye kadar sözü dinlendi; yani tam bir ‘Osmanlı!’ydı. Bir sözü iki edilme(z)di.
Baba Hasan Doruk; ziraat mühendisiydi. Klasik, orta direk bir Türk ailesinin reisiydi. Karısını çok sever; gözlerinin içine bakar; sözünü dinlerdi. Doruk çifti; elmanın iki yarısıydı; özenilerek, imrenilerek izlenirdi. Hasan Bey de; güzel sanatlara, musikiye, edebiyata düşkündü. Çocuklarının yeni devletin hedeflerine/amaçlarına uygun yetişmesini şiar edindi. Eşi Refet Hanım’ın kararlarını hep destekledi.
Belgin; aileye Ankara’nın anısıydı. İri ceylan gözleri, hokkayı andıran burnu, beni ile dikkat çekici bebekti. Komşuları, akrabaları, Belgin’i çok sevdi; el üstünde tuttu; biraz da imrendi.
- Belgin Doruk; Çok Mutlu Ve Huzurlu Çocukluk Dönemi Geçirdi… -
Doruk Ailesi; 1938’de İstanbul’a taşındı; Yeşilköy’de bahçeli şirin eve yerleşti. 2. çocukları Oya yeni evde doğdu. Belgin; sevgi ve ilgiyi bölen kardeşini kıskandı. İlerleyen zaman içinde varlığını kabullendi ve çok sevdi.
Belgin Doruk’un çocukluğu son derece mutlu, huzurlu ve - deyim yerindeyse! – ‘masal gibi’ geçti. Anne Refet Hanım; ilk göz ağrısını - 5 yaşında! - önce sinemayla tanıştırdı. ABD, Mısır, Hindistan filmlerinin örneklerini seyretti. Beyaz perdeyi, sinema salonunu, tahta sandalyeleri, deri koltukları, locaları tanıdı. ‘Görüntülü hikâyeler’in - seyrettiği! - ilk örneklerini anlamaya çalıştı. Sinemayı sevdi; ilgi duydu.
Annesi; büyük kızını - 9 yaşından sonra! - tiyatro ve operaya da götürdü. Tiyatroya ısındı; sinema ile bağlantısını da anlamaya/kavramaya çalıştı. Ama opera hiç hoşuna gitmedi. Klasik musikimizden çok farklıydı. Biraz da ‘fazla gürültülü’ mü gelmişti?!
Küçük Belgin; ortaokul sıralarında sinemaya ile ilgisini/bağını kuvvetlendirdi. Bazen annesiyle, bazen de kız kardeşi Oya ile sinemaya gitme alışkanlığını sürdürdü.
Zaman ilerledikçe, güzelleşti; serpildi; yaşından gelişkin/olgun portre/tipoloji çizdi. Sol yanağındaki beni ile - daima! - ilgi çekti. Gone With The Wind (1939) - Rüzgâr Gibi Geçti! - filminde Scarlett O’Hara karakterini başarıyla çizen - 2 Oscarlı İngiliz asıllı kadın oyuncu! - Vivien Leigh’e benzetildi.
Küçük Belgin; ortaokul son sınıfta istikbaldeki mesleğini seçti. Sinema sanatçısı olacaktı. Güzeldi; annesinin desteği tamdı; çocukluğundan beri yüzlerce film seyretmişti. Kamera karşısına geçmeye hazırdı.
Şöhrete kavuşma, Yeşilçam’ın kapılarını aralama macerası; döneminin starlarının yaşadığının tıpa tıp benzeriydi.
- Yarışmaya Annesinin Desteğiyle Katıldı… -
1952’de henüz 15 yaşındayken; İstanbul Film ile Yıldız Dergisi’nin ortaklaşa düzenlediği; Yeşilçam’a yeni yüzler kazandıracak yarışmaya katıldı. Hanımlar arasında birinci seçildi. Duru güzelliği, iri gözleri, göz alıcı fiziği ile zorlanmadı. Erkekler kategorisinde; Ayhan Işık ilk sırada ipi göğüsledi. Mahir Özerdem; 2’ncilikle yetindi. Derginin kapağında resmi yayınlanınca, üne kavuştu; ama ilk tepkisini de aldı: Babası fena halde kızdı. Anne Refet Doruk Hanım; yine otoritesini/diplomasiyi konuşturdu; kızına arka çıkmakla kalmadı; açıktan destek verdi. Belgin; ülkenin en tanınmış kadın sinema oyuncuları arasına girecekti; filmleriyle milyonlara ulaşacaktı.
İkinci ciddi tepki/eleştiri okulundan geldi. Daha reşit yaşa gelmemiş; çalışkan, sanattan anlayan öğrencinin kaybedilmesi söz konusuydu. Ya okulda öğrencilik ya da sinemada oyunculuk seçilmeliydi. Aksi davranış kabullenilemezdi.
Belgin, okulu bırakacak; Yeşilçam’da kendine bir yol çizecekti.
İlk filmi; ‘Çakırcalı Mehmet Efe’nin Definesi’ydi. Ayhan Işık ile başrolleri paylaştı; ilk ücreti de tam 1.500 liraydı. Filmin kadrosu çok deneyimli oyunculardan kuruluydu: Ayfer Feray, Kadir Savun, Zeki Alpan ve Gülistan Güzey... Senaryo yazarı/rejisör Faruk Kenç’ti. Kenç; Belgin Doruk’un birinci seçildiği yarışmanın jüri üyesiydi; İstanbul Film’in sahibiydi. Enver Paşa’nın kız kardeşi Hasena (Killioğlu) Hanım’ın oğluydu. Yani Paşa’nın öz be öz yeğeniydi.
1953’de yapılan Türkiye Güzellik Yarışması’nda yıldızı daha da parladı. Müsabakada 2. seçildi; aynı yılın Avrupa Güzellik Yarışması’nda da 3.’lük kürsüsüne çıktı. Hem Türkiye’de hem de Avrupa’da tanındı. Yeşilçam’ın şöhret basamaklarını koşarak çıktı. Gamzesiyle ilgi çekti. Anılarında; ‘Annem; bana hamile iken; Ankara’da Gâzi Çiftliği’ndeymiş… Gamzeli olmam için bolca ayva yemiş… Ben de gamzeli doğmuşum…’ diye anlatacaktı.
- İlk Aşkı Ünlü Yönetmen Faruk Kenç’ti… -
Faruk Kenç’in yönettiği ‘Kanlı Çiftlik’ ve ‘Köroğlu’ filmlerinde de oynadı. Başka film şirketlerinden teklifler aldı. Kemal Film’in sahibi Osman Seden; ‘Öldüren Şehir’de, Ayhan Işık ve Turan Seyfioğlu ile başrol önerdi. Ücreti de katlanacaktı; kabul etti. Lütfi Ömer Akat’ın rejisörlüğünden yararlandı; deneyimini artırdı.
Yoğun sinema çalışmaları arasında kalbini de kaptırdı. Kendisine Yeşilçam’ın kapılarını aralayan, yakışıklı, zengin, aristokrat ve başarılı rejisör Faruk Kenç’e âşık oldu. Ama yine önünde 2 ciddi engel duruyordu: İlki; Faruk Kenç kendisinden 26 yaş büyüktü. İkincisi; ailesi erken evliliğine muhalifti: Hem küçüktü, hem de damat adayı - neredeyse! - amcası yaşındaydı.
Genç yıldız; ailesini karşısına aldı; kanunun izin verdiği evlenme yaşına geldiği gün; Faruk Kenç ile mütevazı törenle dünya evine girdi. Kocası; Boğaz’a karşı muhteşem yalıda otururdu. Aristokrat ailesi zengindi; yatları, çeşitli semtlerde apartmanları, iş hanları sahibiydi. Onlarca hizmetçi çalışırdı. Belgin Doruk; beklemediği şaşaa ve zenginliğin içine girdi. Uyum sağlamakta zorlanmadı. Çağdaş ‘külkedisi yaşantısı’na kavuştu.
Sinemacılar ve hayranlarınca Audrey Hepburn’e de benzetildi. Önerilen roller çoğunlukla melodram veya duygusal güldürüydü.
Dönemin en ünlü/etkin film şirketi sahibi/rejisör Nevzat Pesen; Belgin Doruk’un yaydığı olağandışı ışığın farkındaydı. Türk sinemasının en bilinen romantik filmi ‘Samanyolu’nda Göksel Arsoy’la oynattı. Film çok büyük iş yaptı; yapımcısını maddi açıdan ihya etti. Arsoy ve Doruk; şöhretin zirvesindeydi; yepyeni bir ikili oluştu. Göksel Arsoy; ‘Belgin ile beraber oynayacağım filmde senaryoya bile gerek yoktu. Perdede ikimiz görülelim; el ele dolaşalım; sahilde koşalım; dans edelim; şarkı söyleyelim; yeterdi. Sinema salonlarının kapıları kırılırdı,’ diyecekti.
- Zeki Müren İle 6 Filmde Oynadı… -
Belgin Doruk’un oluşturduğu değişmeyen ikililerden birisi de Zeki Müren’le olandı. Müren; şöhretinin zirvesindeydi. Belgin Doruk; henüz 19 yaşındaydı. ‘Son Beste’ (1955) çok büyük iş yaptı. Sonra sıra ile ‘Kırık Plak’ (1959), ‘Hep O Şarkı’ (1961), ‘Bahçevan’ (1962), ‘İstanbul Kaldırımları’ (1963), ‘Hayat Bazen Tatlıdır’ (1964)’de oynadılar. Filmler hasılat rekorları kırdı; yapımcılar ve yıldızlar yüklü paralar kazandı.
Doruk’un Ayhan Işık’la kurduğu 3. ikili de çok önemliydi. Yapımcılığını Özdemir Birsel’in - Belgin Doruk’un ikinci eşi! - üstlendiği ‘Küçük Hanımefendi’ dizisiyle seyirci/hâsılat rekorlarına ulaşıldı; her film aylarca gösterimde kaldı; servet(ler) kazanıldı.
Belgin Doruk; normal yaşamında ve her filminde kusursuz ‘hanımefendi’ydi. Paris modasını günü güne izlerdi. Giysileri, ayakkabıları, bütün aksesuarları Avrupa’dan ge(titri)lirdi. Her daim şık ve çok zarifti. Seyircilerine, hayranlarına saygısı sonsuzdu. Özel odasında yüzlerce ayakkabısı dururdu. Doruk; vizon tercih ederdi. Kürkler hakkında çok geniş bilgiye sahipti. Bir kürkçüyü bile şaşırtabilirdi. Evini gezip fotoğraflayan bir gazetecinin yazdığına göre; gardırobunda düzinelerce kürklü elbise asılıydı.
Kabarık - japone! - etekleri, ince topuklu iskarpinleri, havalı kısa siyah saçları, çekik fakat iri siyah gözlerindeki ilginç/baskın makyajla halkın idolüydü. Lüks içinde yüzerdi. Baloların değişmeyen konuğuydu. Gece kulüplerindeki davetlerin, dans partilerinin devamlı müdavimiydi. Hızlı yaşar; eşi ile su gibi para akıtırdı.
‘Küçük Hanımefendi’ Belgin Doruk; Bebek/Arnavutköy sırtlarında muhteşem bir köşk de yaptırdı.
- Özel Hayatı Filmlerindeki Gibi Debdebeli Değildi… -
Filmleri seyredenlerin gözleri; şaşaa ve debdebeden kamaşırdı. Fakat perdenin arkası; büyük dram ve yaşanmış sayısız gönül kırıklıklarıyla doluydu. Güzel yıldız; mesleğinde büyük çıkış yapmış; şöhret ve para sahibi olmuştu. Ama kalbi kırıklıklara, yaralanmalara uğramıştı. ‘İlk âşkım!’ dediği Faruk Kenç ile mutlu günleri sayılıydı. Olgun, tecrübeli kocası ayaklarına servet ve şöhret yığsa da; hep küçümsedi. Asaletin getirdiği kibir; genç kadını tercihinden dolayı zora ve derin bunalıma soktu. 19 yaşında ilk hamileliğini yaşadı. Yine problemler ve sorunlar kapıdaydı. Kenç’e göre; Doruk’un hamileliği çok erkendi; doğum yapmamalıydı; çalışmayı sürdürmeliydi. Sinemadaki ismini kalıcı kılmalıydı.
Ama ‘Küçük Hanımefendi’ karşı durdu: Annelik; para ve şöhretle ölçülemezdi. Anlaşmazlık; aralarında sert tartışmaları, kavgaları getirdi. Doruk, hızla kilo aldı; hamileliğinden ötürü işleri aksadı. Huzursuzluk, stres, yoğun çalışma saatleri ve ani şişmanlık, sinirlerini bozdu; bunalıma soktu. 1955’de, ilk çocuğunu, kızı Gül’ü dünyaya getirdi. Bir yıl film setlerinden uzak kaldı. Sonunda evladının bakımını, annesi Refet Hanım’a ve hizmetçilere bıraktı. Belgin Doruk; film setleri arasında koşuşturdu; boşluğu doldurmaya çalıştı; çocuğuyla yeterince ilgilenemedi. İçinde hep, ‘yeterince anne olamama’ endişesini/pişmanlığını taşıdı. Oğlu Aydın, annesinin durumunu; ‘Annemin güzel yılları halkıyla geçti; zorlukları bana kaldı,’ diyecekti.
60’lı yıllara yaklaştıkça; sinemada güzellik anlayışı da değişti. Marilyn Monroe gibi etli butlu, ‘Hollywood güzeli’ tipi güzeller ‘out!’tu. Manken Twiggy örneği, incecik - ‘sıfır beden’ diye tanımlanan! - güzeller ilgi odağıydı.
1957’de ‘Çölde Bir İstanbul Kızı’ filmi çekilecekti. Belgin Doruk; kamera karşısına geçecekti. Ama doğum sonrası fiziki görüntüsü değişmişti; şişmanlamıştı; tam 75 kiloydu. Hızla zayıflamalıydı. Çözümü de annesi buldu. Kızına, ‘O……’ adlı zayıflama ilacını önerdi. İlaç; bakanlık onaylıydı ve hızla kilo verdirirdi. Doruk; hazine bulmuşçasına sevindi. Hapları kullandı; istediği/beklediği ağırlığa indi. Yeniden ideal formundaydı; sinema dünyasına hızlı bir giriş yaptı. Çok mutluydu; çok enerjikti. Anılarında; ‘En mutlu, en huzurlu, en enerjik günlerimdi,’ diyecekti. Zayıflama hapını Zeki Müren’e bile önerdi. Müren; hapları kullanınca; havalara uçtu; yüzünden gülücükler eksik olmadı; hatta bütün tanıdıklarına hediyeler aldı. Ama tabletlerin olumsuz yan etkilerinden çekindi. Haklı da çıktı. Zira Belgin Doruk; yüksek dozda kullanım sonucu bunalıma girdi; kabus dolu günler yaşadı.
- Faruk Kenç İflas Edince; Doruk’un Psikolojik Bunalımı Katlandı… -
Doruk’un çilesi daha yeni başlıyordu. Faruk Kenç’in işleri tepe taklak gidiyordu; mali durumu çok kötüydü; servetini yitirmişti. Lüks hayat tarzı sürdürülünce; ellerinde/avuçlarında ne varsa gitmişti. Ailenin bütün yükü Doruk’un omuzlarına binmişti; herkes eline bakıyordu. Ruhi sorunları, sevgi yoksulluğu da durumunun tuzu biberiydi.
1960’da Birsel Film’den iş teklifi geldi. ‘Yeşil Köşkün Lambası’ adlı senaryo filme çekilecekti; Ekrem Bora, erkek başrol oyuncusuydu. Nejat Saydam yönetecekti. Belgin Doruk’un ismi de afişte en üstte yazılacaktı. Doruk; sevinçle şirkete gitti; hayatını değiştirecek sürprizle karşılaştı. Yapımcı Özdemir Birsel’in hayranlık yüklü kaçamak bakışlarını yakaladı.
Belgin Doruk; Faruk Kenç’ten ayrılmak üzereydi; boşanma davası devam ediyordu. Zayıflama haplarının esiriydi; alkolle de tanışmıştı. Sinir sistemi günden güne bozuluyordu. Ama kalbi doldurulmayı bekliyordu. Genç, yakışıklı, zengin Birsel; Doruk’un kalbini - zorlanmadan! - çaldı. Film sözleşmesi imzalanırken ateşlenen aşk; 7 Mayıs 1961’de kıyılan nikâhla resmileşti. Balayına çıkamadılar; zira yeni damat ‘işkolik’ti.
Birsel Film; 1961’de ‘Küçük Hanımefendi’ dizinin ilkini çekti. Doruk’un yarışmadaki arkadaşı Ayhan Işık; rolünü başarıyla canlandırdı. Seri; gişe rekorları kırdı. Işık ile Doruk; Yeşilçam’da yeni çift oluşturdu. Öylesine yoğun talep geldi ki; seri haline getirilen ilk çalışma oldu.
- Doruk 2. Evliliğinde De Beklediği Mutluluğu Bulamadı… -
Doruk; 2. arayışında da mutluluğu yakalayamadı. Yeni kocası da kalbindeki sevgi boşluğunu dolduramadı. Hep yalnızdı; filmlerindeki romantizmi gerçek hayatında yaşayamadı. Aşırı alkol ve düzensiz beslenme kilo aldırdı; ilk doğumundan sonraki durumuna geri döndü.
1967’de, ikinci evladı, oğlu Aydın’ı doğurdu. Yine çalışma hayatından uzaklaştı; içine ve evine kapandı. Büyük reklam kampanyabı ile tanıtılan, eczanelerde satılan yeni bir zayıflama ilacının büyüsüne kapıldı. Hemen güvendi ve kullanmaya başladı. İlaç; yüksek miktarda amfetamin içeriyordu; uyarıcı ve uyuşturucu etkisi yoğundu. Bedenini, zihnini, sinirlerini ve psikolojisini yavaş yavaş çökertti. Belgin Doruk; çevresindeki insanlara karşı tuhaf davranışlar yapmaya başladı. Yakın çevresinin etrafına göre Özdemir Birsel; Doruk’u sürekli eleştirdi. Davranışlarının garip, aklının bir karış havada olduğunu tekrarladı. Ama anlamak ya da yardımcı etmek konusunda çaba içine girmedi. Yine bir başka iddiaya göre; büyük reklam kampanyalarıyla sahneye çıkan Belgin Doruk; Yunus Emre’den ilahiler okuyunca; - kocası! - durumunun vahametini anlayabildi.
1968’de şarkıcılık yapması, gazino sahnesine çıkması önerildi. Özdemir Birsel’in de iflasını gören Belgin Doruk; iyice bunalımdaydı. Öneriyi kabul etti. İlaçların etkisiyle özgüveni yüksekti. Zeki Müren’in alt kadrosunda Türk Sanat Müziği’nin popüler şarkılarını seslendirecekti. Amfetamin etkisini sahnede de gösterdi. Doruk; şarkı söyleyemedi; önce şiir okudu; sonra da ilahi çığırdı.
Anlaşması, İzmir’deki Enternasyonal Fuar’ı da kapsıyordu. İstanbul’da çok kötü günler geçirdi. İzmir’e gitmek zorundaydı. Yine aynı durum tekrarlandı. Programını bitiremedi. Gazino patronajı para ödemedi; konakladığı otelde rehin kaldı. Zorlukla geri döndü.
1970’lerde şöhretini iyiden iyiye yitirdi. Sinema anlayışı, star yapısı değişmişti. 1970’de, 2. Adana Film Festivali’nde, ‘Yuvanın Bekçileri’ filmiyle ‘En İyi Kadın Oyuncu Ödülü’nü kazandı.
- İntihar Edip Sorunlardan Kurtulmaya Çalıştı… -
Zamanının çoğu evinde geçiyordu. Sürekli uyuyor; alkol alıyor ve sorunlarından kaçmaya çalışıyordu. Bir gün, ani bir karar verdi: Hayatına nihayet verecekti. Sevenlerine kısa bir not yazdı: ‘Beni affedin! Artık yaşamak istemiyorum. Yaşamın ağır yükünü kaldıramıyorum…’ Bir kutu ilaç yuttu ve ölmeye yattı. Ama vadesi dolmamıştı. Eve gelen Özdemir Birsel hayatını kurtardı. Kızı Gül’le beraber ambulans çağırdı ve hastaneye kaldırıldı. Midesi yıkandı; sonra da Şişli’deki Fransız Lape Hastanesi’ne yatırıldı. Sinir krizleri, hastanenin soğuk/ciddi havası içine işledi. Hastanenin devasa ağır demir kapılarından ürktü. Kilitlendiği odadan çığlıkları yükseldi. Basında yer alan haberlere göre; elektro şok tedavisi gördü. Hatta kendisine zarar vermemesi için zincire vurulduğu iddia edildi. Durumu tahmin edilenden daha ciddiydi. İçine girdiği derin yalnızlık ve ilgisizlik, sorunlarını yoğunlaştırmıştı. Yine bir başka iddiaya göre; Özdemir Birsel’in başka bir hanımla ilişkisini öğrenince hayata iyice küsmüştü.
Doruk’un hastane safahatı gazetelere geniş haber oldu. ‘Küçük Hanımefendi Demir Parmaklıklar Arkasında…’ gibi magazin konusu yapıldı.
Hastaneden çıktıktan sonra kendine çeki düzen vermeye çalıştı. Zayıflayamadı; kilolarından utandı; sokağa çıkıp insanlarla ilişki kurmaktan çekindi/kaçındı. Yemesine içmesine dikkat etmedi.
Son yıllarında dramatik bir durumla karşılaştı. Yine bir iddiaya göre; oğlunun borcu yüzünden evine icra geldi. Bütün eşyalarına el konuldu. Haciz memurlarına fotoğraflarını imzaladı; ama icrayı da önleyemedi. Kızı Gül Kenç; evindeki eski koltukları annesine taşıdı.
Ciddi geçim sıkıntısı içindeydi. Tanınmış bir margarin markasının reklamında oynadı. Fakat reklamdaki başarısından çok kilolarıyla/şişmanlığıyla gündeme geldi. Evine kapandı; bir daha da dışarıya çıkmadı.
26 Mart 1995’de evde tek başına iken; kalp krizi geçirdi ve son nefesini verdi.
Kuyruklu yıldız gibi geldiği dünyamızı süsledi; aniden, hiç beklenmedik anda aramızdan ayrıldı. Arkasında eski İstanbul’un Arnavut kaldırımlarında yankılanan topuk seslerini ve filmlerinde gülümseyen yüzünü bıraktı.
En büyük isteği: Hayat hikâyesinin sinema filmi veyahut televizyon dizisi yapılmasıydı.
ALİ HİKMET İNCE
Siyasetcafe.com