Ahmet Davutoğlu ve Ali Babacan tartışmalarının giderek alevlendiği şu dönemlerde, belirtmek isterim ki; ne Babacan, ne de Davutoğlu dengeleri bozabilecek kapasiteye sahip insanlar değiller. Hatta, yakından takip edilince kolayca göze çarpan ciddi kusurları var, öncelikle maalesef liderlik vasfına sahip değiller, dava bilincinden uzaklar, bireysel tutumları ve kişisel kariyerleri ön planda.
Hal böyle olunca, özellikle Ahmet Davutoğlu’nun kibirli yapısı bir anda ön plana çıkıyor. Kendi iç dünyasında siyasi kariyerindeki başarısızlıklarla, akademik kariyerindeki başarıları kıyasladığı zaman meydana çıkan tabloyu kendisine yediremiyor. Mesela Binali bey kendisinden daha pragmatik bir yapıya ve dava bilincine sahip, lideri belli olan bir davada görev bilinci ile hareket edebiliyor.
Bu nedenle Ahmet Davutoğlu’na baktığımda başarısızlıklarla dolu siyasi bir kariyer görüyorum. Dış politikada, Suriye konusunda bugün ki tabloya ön ayak olması, ardından “komşularla sıfır problem” mottosu ile yola çıkıp, memleketi dış politikada uçurumun kenarına sürüklemesi, IŞİD için bir avuç heyecanlı genç diyerek orta doğuda yanan alevi körüklemesi, Davutoğlu’nun dış politika anlayışını fazlasıyla gözler önüne seriyor. Diğer yandan dönelim iç siyasete, “ Nerede bir zalim varsa yanındayız, önce kendini patlatan canlı bombayı tutukladık, canlı bombaların listesi elimizde ama eylem yapmadan tutuklayamayız” gibi talihsiz söylemleri ile iç siyasete bakışını da fazlasıyla özetlemiş biridir.
Devam edelim, Davutoğlu’nun kendisini savunduğu yahut davasını anlatmaya çalıştığı mecralarda ilgimi keskin bir şekilde çeken husus ise kendisinin insan mizacını tahlil etmede yaşadığı zorluk. Zira Davutoğlu sahiden bileğinin hakkı ile başbakan olduğunu zannetmiş olmalı ki, başbakanlığı sürecinde tüm dizginlerin kendisine bırakılacağına inanmış ve bu olmayınca büyük hayal kırıklığına uğramış.
Absürd.
Neden Absürd?
Çünkü, dava arkadaşı çok daha baskın bir karakter. Alfa kişilik. Davutoğlu ise diplomasına, akademik çalışmalarına ve akademik kürsüsüne güvenerek sahiden kitleleri ya da Sayın Erdoğan’ı etkisi altına alabileceğini inanmış. Hâlbuki gözden kaçırdığı bir şey var.
Bu ülkede profesör unvanına sahip olan adamların ciddi bir çoğunluğu maalesef ikili ilişkiler ile unvan almış, nüfuz veya torpil sahibi insanlardır. Hiçbir uluslararası saygınlıkları olmadığı gibi sahip oldukları unvanları da hak ederek almamışlardır.
Ve bu çarpık düzende az biraz da olsa Davutoğlu’nun da etkisi vardır.
Bu sebepten ötürü neden bir profesöre güvenelim ki? Neden her şeyi onun bildiğine inanıp, etkisi altına girelim?
Mesela Davutoğlu, “beni kukla başbakan yapmak istediler” diyor. Bende buna karşılık, bu kadar parlak akademik kariyere sahipken, hocayım diye övünüyorken bunu öngörmek ve siyasete soyunmamak çok mu zordu diyorum. Ayrıca başbakanlığı sürecinde hocanın yaptığı talihsizliklerde ortada, yazmaya kalksak hayli bir vakit alır.
Ancak Davutoğlu siyasal İslam ekolünden besleniyor olsa da keskin bir gerçek var ortada. Kendisi bir elit! Elitlerle toplum arasında kolay anlaşılır bir mesafe mevcut, o mesafeyi aza indirmek ya da yok etmek büyük bir retorik kabiliyet gerektiriyor. Eminim ki Davutoğlu hepimizden çok kelime biliyordur. Maalesef entelektüel derinliğe kimse çıkıp bir şey söyleyemez, ancak kitleleri ikan ederek, peşinden sürüklemek başka bir yetenek. Bir kere Türkiye’de kitleler diplomasız, kendi gibi olanı sevmesi, yakın görmesi hep bu nedenden. Bir akademisyen safi bir önceki cümlem sebebiyle zaten politikaya 1-0 geriden başlar. Ve Davutoğlu her ne kadar kabul etmese de tepeden inme bir siyasetçidir.
Bütün bu negatif algıya rağmen Davutoğlu’nun toplumda bir karşılığı yok diyemeyiz.
Ancak o karşılık barajı geçecek oy yüzdesi değildir. Bu yüzden şu anki tabloda ittifak arayışı içine girerek, ittifak yapması kendisi için ciddi bir zaruriyet gözüküyor. Babacan’ı ikna edebilir mi bilmiyorum ama GELECEK, DEVA, SAADET üçlemesi ile barajı rahatlıkla geçebileceklerine ve mecliste sandalye kapabileceklerini düşünüyorum.
Hazır Saadet demişken, bu iki yeni partinin oluşumu kanımca, zaten çok düşük bir seçmen kitlesi olan Saadet partisi tabanının tamamen yok olması demek. Temel Karamollaoğlu tehlikenin farkında mıdır? Bilmem ama önümüzdeki süreç Saadet partisi açısından uzlaşmacı yahut katılımcı politik hamlelere gebe gibi gözüküyor.
GELECEK ve DEVA partilerinin gümbür gümbür oy alacağı görüşünde değilim. Ama bugün bir seçim olsa %1’er dahi oy alsalar, bu %2 oyun iktidar partisinden koparılacağını öngörürsek bu bile can sıkar ve etki-tepki alanı doğurur.
Davutoğlu’na tavsiyem bir an önce ben merkeziyetçi söylemlerini bir kenara bırakarak, Saadet partisi ile belirttiğim uzlaşmacı politikaya bürünmesinde büyük yarar var.
Çünkü Ali Babacan bir şeyler vadeden bir adam. “Ekonomiyi bir ayda toparlarım” diyor. Çok gerçekçi bulmasam dahi, çoktan orta vadede ekonomiyi toparlayabileceğine inanan ciddi bir müşteri kitlesi oluşturmuş bile kendisine.
Peki, Davutoğlu ne öneriyor? Şam’da Cuma namazı mı? Seçmen kitlelerinin zihninde hoca denince geleceğe dair canlanan bir olgu yok. Kurduğu partinin adı ile tezat bir durum ama kabul edilesi bir gerçek.
Günün sonunda her iki parti liderinin de ittifak yapsalar dahi Cumhurbaşkanlığı seçimlerini kazanabileceklerine ihtimal dahi vermiyorum. Bu yüzden siyaset arenasında yeterli manevra kabiliyetlerine sahip olmadıkları düşüncesindeyim.
2023 seçimlerinde yeniden Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın kazanacağı bir seçim öngörüyorum. Fakat ortaya karışık renkli bir meclis görebiliriz ve bu ortaya karışık meclis bu dönemlerdeki gibi sönük olmayacaktır.
Son olarak bir dipnot; Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan kime sofrasında yer verip, ekmeğini bölüştüyse, karnı doyan maalesef kendisine düşman olmuştur. İşte bu Davutoğlu, Babacan ve daha niceleri hep buna örnektir. Siz siz olun, karnı doyunca düşman olup, davasını satanlardan olmayın!